Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemi sayılan Kânûnî Sultan Süleyman devrinin ilmî, dinî, edebî ve hukukî sahada en önde gelen isimlerinden biri hiç şüphesiz Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’dir. Fıkıh alanında otorite oluşu ve tefsir alanında verdiği önemli eserinin yanı sıra, şiir, edebiyat ve dil sahasına vukûfiyeti ile de öne çıkmıştır. Nitekim kendisine verilen “allâme-i kül” unvanı, onun farklı sahalardaki bu yetkinliğinin en güzel ifadesidir.
İlmî sahadaki bu saygın yerinin yanında, Ebussuûd Efendi’yi asıl farklı kılansa, yönetim kademelerinde aldığı ve başarıyla sürdürdüğü vazifeleridir. Seksen yılı aşkın ömründe müderrislik, kazaskerlik, şeyhülislamlık gibi önemli görevleri başarıyla deruhte eden Ebussuûd Efendi, yaklaşık 30 yıllık görev süresiyle, Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık makamında en uzun süre kalan isim olarak silinmez bir iz bırakmıştır.
SEMERKAND’DAN İSTANBUL’A BİR YOLCULUĞUN BAKİYESİ
Ebussuûd Efendi’nin nerede doğ- duğu hususunda birbirine zıt bazı görüşler olsa da tarihî veriler onun 17 Safer 896’da (30 Aralık 1490) Çorum’a bağlı İskilip kazasında doğduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Nitekim ailesi de İskilip menşeli olup babası İskilipli Şeyh Muhyiddin Yavsî diye meşhur olan Mevlânâ Şeyh Muhyiddin Mehmed bin Mustafa bin İmâd, İskilip’e bağlı İmâd (Direklibel) köyünde doğmuştur. Dedeleri ise Türkistanlı olup Semerkand’dan Anadolu’ya gelmişlerdir.
PADİŞAHTAN BURSLU BİR ÖĞRENCİ
Tahsil hayatı İstanbul’da geçen Ebussuûd Efendi’nin eğitimiyle babası Şeyh Yavsî bizzat ilgilenmiştir. Bu çerçevede ona Arap dili ve belâgati, kelam ve tefsir ilimlerine dair temel eserlerinin kimini okutmuş, kimini de ezberletmiştir. Babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi, Mevlana Seyyidî Karamânî ve bazı kaynakların verdiği bilgilere göre İbn Kemal’den dersler almıştır. Kısa zamanda zekâ ve irfanıyla şöhret kazanan Ebussuûd Efendi, hocalarının ilim ve kemâlâtından faydalanma yollarını bilmiştir. Zira daha öğrenci iken II. Bayezid’in dikkatini çekmiş ve kendisine 30 akçe günlük çelebi ulûfesi (burs) bağlanmıştır.
MEMLEKETİN DÖRT BİR YANINDA VAZİFE
Hayatı boyunca birçok görev üstlenen Ebussuûd Efendi tahsilini bitirir bitirmez memuriyet hayatına başlamış, kısa zamanda o günün en yüksek payelerine ulaşmıştır. İlk olarak Çankırı Medresesi, ardından İnegöl İshak Paşa Medresesi, Davud Paşa Medresesi, Mahmud Paşa Medreselerinde görevlendirilmiştir. 1525 yılında Vezir Mustafa Paşa’nın Gebze’de inşa ettirdiği medreseye tayin edilmiş, bir yıl sonra Bursa Sultaniye payesine layık görülmüş, 1528’de Medaris-i Semaniyye’den Müftü Medresesi’ne müderris olmuştur. Beş yıl bu vazifede kaldıktan sonra önce Bursa, ardından İstanbul kadılığına getirilmiş, Ağustos 1537’de Rumeli kazaskerliğine tayin edilmiş ve sekiz yıl Rumeli kazaskeri olarak görev yapmıştır.
ŞEYHüLİSLAMLIKTA OTUZ YIL
Şeyhülislam Ebussuûd Efendi, Ekim 1545’de Fenârîzâde Muhyiddin Efendi’nin yerine şeyhülislâm olmuştur. Ebussuûd Efendi’nin şeyhülislâmlığının yirmi bir senesi Kânûnî Sultan Süleyman ve yedi sene on bir ayı da II. Selim devrinde olmuştur. Buna karşılık kendisi daha çok Kânûnî Sultan Süleyman’ın şeyhülislâmı olarak onunla özdeşleşmiştir. Nitekim Kânûnî vefat ettiğinde de cenaze namazını Ebussuûd Efendi kıldırmıştır.
İLİM VE HİZMETLE GEÇEN BİR ÖMüR
Ebussuûd Efendi 5 Cemaziyelevvel 982 (23 Ağustos 1574) tarihinde 87 yaşında vefat etmiştir. Cenaze namazı Fatih Camii’nde Muhaşşî Sinan Efendi tarafından kıldırılıp Eyüp Camii civarında kendisinin inşa ettirdiği sıbyan mektebinin haziresine defnedilmiştir. Cenazesine devrin bütün ulema ve vezirleri başta olmak üzere kalabalık bir topluluk katılmıştır. Ebussuûd Efendi için Haremeyn’de de gıyabında cenaze namazı kılınmıştır ki bu mazhariyete sayılı kimsenin eriştiği bilinmektedir. Ebussuûd Efendi sahabe-i kiram aşığı olduğu için Eyüp Sultan civarına defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Adı bir ilim timsali gibi darb-ı mesellere geçen Ebussuûd Efendi için birçok mersiye yazılmış, ölümüne tarihler düşürülmüştür. Bu yazılarda ona “zamanın mevlânâsı”, “zamanın müftüsü” gibi övgü dolu sözler söylenmiştir.
MüFESSİR, FAKİH VE ŞAİR
Gerek ulema kökenli bir aileden gelmesi gerekse yukarıda adları anılan kudretli hocalardan dersler almış olması, onun yetişmesinde gerçekten önemli rol oynamıştır. Bu bakımdan zamanla ilimde yüksek payeler edinen Ebussuûd Efendi’ye bu konumunu ifade eden Sultânü’l- müfessirîn, Sâhibü’l-fetâvâ, Hoca Çelebi, Müfti’l-enâm gibi nisbeler uygun görülmüştür. Tefsir, fıkıh, edebiyat gibi muhtelif alanlarda pek çok eser vermiş olan Ebussuûd Efendi’nin öne çıkan eserlerinin başında, ünü İslam dünyasının dört bir yanına yayılmış olan tefsir eseri İrşâdü’l-‘akli’s-selîm ilâ Mezâya’l- Kitâbi’l-Kerîm gelir.
Ebussuûd Efendi’nin fıkıhçılığı, fıkıhla ilgili eserlerinden çok fetvaları ile öne çıkmıştır. Ebussuûd Efendi, müstakil bir fıkıh kitabı oluşturacak çapta fıkhın bütün konularıyla ilgili fetvalar vermiş olmakla beraber, özel bir fıkıh ki- tabı yazmamıştır. Bununla beraber, fıkhın çeşitli konularında müstakil risaleler ve bazı eserlere haşiye ve talikleri olmuştur ki bunların başında da Fetâvâ-yı Ebussuûd Efendi ve Ma’rûzât gelir. Ebussuûd Efendi, aynı zamanda, eskilerin tabiriyle “el-sine-i selâse”de yani Türkçe, Arapça ve Farsçada şiir kaleme alacak kadar da güçlü bir şairdir. Nitekim Kânûnî’ye yazdığı mersiye Arap edebiyatının en güzel eserlerinden sayılmıştır.
“EBUSSUÛD TORUNU MUSUN?”
Eskiden çok çalışan ve başını kitaptan kaldırmayan kimseye, çalışkanlığını ifade ve takdir makamında “Ebussuûd torunu musun?” dendiği kaydedilmektedir ki bu söz onun çalışkanlığını göstermesi bakımından mühimdir. Nitekim o, oğluna yazdığı bir mektupta, uğruna ter dökmediği emek sarfetmediği hiçbir makam ve bağışı kabul etmediğini söylemiş, çalışmanın, gayretin ve liyakatin hakkını devamlı savunmuştur.
Ebussuûd Efendi, müderrisliği sırasında bayram tatilleri dışında dersini asla ihmal etmeyen, müftülüğü zamanında her gün yüzlerce fetva vermesiyle meşhur olan bir kimsedir. Sade giyinen, bulduğunu yiyen, sahabe yolundan ayrılmamaya çalışan, çevresindekilere son derece yumuşak davranan, dünyaya ve maddî menfaatlere düşkün olmayan bir kimse olarak tanınmıştır. Ayrıca elsine-i selâse denilen Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde rahatlıkla okuma, yazma ve konuşma kabiliyetine sahip olan ender insanlardan biridir. Bir özelliği de kendisine sorulan her soruyu sorulduğu dilde cevaplamaya bilhassa itina göstermesidir. Ebussuûd’un Kânûnî Sultan Süleyman’ın komutanlığında ordu ile birlikte Belgrad kalesine inince kendisinden ayrılmayan talebelerinden bazısına Keşşâf tefsirinden Fetih Sûresi’ni okutup haşiyesini yazdırdığı da belirtilmektedir. Öte yandan genç yaşta müderris olduğu için uzun zaman ders vermiş ve binlerce öğrenciye de hocalık yapmıştır.
LALE AŞIĞI BİR ŞEYHÜLİSLAM
Tabib Mehmed Aşkî, eserinde İstanbul’da ıslah edilmiş ilk lale çeşidini elde eden kişinin Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi olduğunu aktarmaktadır. Yine Cerrahpaşa Camii imamlarından Mehmed b. Ahmed Ubeydî Efendi de en eski lale yetiştiricisi olarak Ebussuûd Efendi’yi göstermiş ve elde ettiği ilk lale çeşidine “Nûr-i adn” (cennet nuru) ismi verdiğini ifade etmiştir. Ebussuûd Efendi hiç şüphesiz Osmanlının yetiştirdiği nev-i şahsına münhasır büyük bir âlim ve hukukçudur. Nitekim hukuk ve tefsir sahasındaki hizmetleri, şairliği, yetiştirdiği âlimler ve yaptığı mühim hizmetlerle hem yaşadığı asırda hem de sonraki asırlarda şükran ve rahmetle yâd edilmeyi fazlasıyla hak eden, günümüzde de özellikle yakından tanınması gereken mühim bir allâme-i kül’dür.
Yrd.Doç.Dr Ercan Şen / Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Sayı 156 / Güz 2016