1876’da Abdülaziz’e yapılan darbeyle 600 yıllık kadim Osmanlı devlet geleneği yıkılarak yerine kontrol edilebilir yeni bir düzen inşa edilecekti. Yerine getirilen Abdülhamid Han, gücünü toplayana kadar itaatkâr bir görüntü verdi. Zamanla devletin bekası için cesur adımlar attıkça düşmanları çoğaldı, büyük düşündükçe operasyon yemeye başladı, imparatorluğu yeniden ayağa kaldırmaya çalıştıkça iç ve dış odaklar tarafından hedefe kondu. Kemik yapısını bir üst akıl projesi olan Aliance İsraelite mezunlarının oluşturduğu İttihat Terakki Cemiyeti, Osmanlı’nın ayakta durabilmesi için üstün gayretler gösteren en önemlisi de İslam ülkelerinin birliği ve dirliği için mücadele eden Abdülhamid Han engelini ortadan kaldırmak için geniş çaplı bir operasyon başlattı. Cemiyete, Emanuel Carasso, Nisim Russo, Nissim Mazliyah gibi üst aklın ajanlarının yanı sıra dışarıdan Haim Nahum, Avram Galanti ve Moiz Cohen gibi etkili isimler de destek veriyordu. 1000 yıllık kadim ittifakları paramparça ederek ülkeyi ebediyen kontrolleri altında tutmak istiyorlardı. 31 Mart Vakası olarak tarihe geçen “darbe” tam da bu çerçevede yapıldı. Darbe için yola koyulan “Hareket Ordusu” ise tam anlamıyla Abdülhamid Han’dan nefret eden eşkıya takımından oluşuyordu. Abdülhamid Han engelinin ortadan kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti 1781 yılında Tapınak Şövalyelerinin üstadı/komutanı olan Albert Pike’nin Mazzini’ye yazdığı mektupta anlatıldığı gibi kısa sürede savaşa sokularak yıkıma uğratıldı. Sonrasında 50 yıl süren siyasi, sosyolojik, kültürel ve ekonomik kıyım…
Tek Parti döneminin her bakımdan enkazını devralmış olan Menderes, iktidara geldiği günden itibaren ülke menfaatleri doğrultusunda birtakım icraatlar yapmaya başlamıştı. İktidarında Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7.8 oranında büyüdü ve Türkiye’nin GSMH’si Dünya toplamının binde 6.43’ünden binde 7.52’sine yükseldi. 1957 döneminde sanayinin yıllık ortalama büyüme hızı %12,5 gibi rekor sayılacak bir düzeye ulaşmıştı. Maliye Bakanı Hasan Polatkan ise çoğu defa esnafların ayağına kadar gidip onları fabrika kurmaları için teşvik ediyordu. Menderes, özellikle karayolu ve köprü yapımına da büyük önem vermişti. Fakat en büyük suçu Bağdat Paktı ile İslam ülkelerinin birlik ve beraberliğini esas alan bir projenin temel unsurlarından biri olmasaydı. Bedelini 27 Mayıs cuntacıları tarafından hazin bir şekilde idam edilerek ödedi.
TÜRKİYE’NİN TARİHSEL YÜRÜYÜŞÜ DARBELERLE BALTALANDI
27 Mayıs darbesinde ABD’nin talimatıyla bir gece içinde 250’si general olan tam 7 bin subay tasfiye edilmişti. Bu tam anlamıyla bir kırılma, TSK’ya yapılan bir Gladyo operasyonuydu. 27 Mayıs darbesinden birkaç yıl sonra, üst akıl çok sinsi bir örgütün temellerini attı. Fethullah Gülen adında ilkokul mezunu bir vaizi alıp onun üzerine büyük bir proje inşa etti. Bu projenin temel misyonu sinsi bir şekilde örgütlenerek devleti ele geçirmek ve en önemlisi de “Hz. Muhammed”siz bir dinin yerleşmesi için topluma nifak tohumları atmak olacaktı. Öyle ki gün gelecek asker kılığına girerek uçaklarımızı, tanklarımızı gasp edecek ve üzerimize bomba yağdıracaktı!
60 darbesinden on bir yıl sonra, 12 Mart 1971’de bilhassa Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un etkin rol oynadığı ve yine 60 darbesinde olduğu gibi emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen, sivil hükümeti istifaya zorlayan bir muhtıra süreci yaşandı. Darbe, 1971 yılında 12 Mart günü saat 13:00’de TRT radyolarından okunan muhtıra ile ilan edildi.
Asıl darbe/kıyım için 1980’e kadar beklenildi. 27 Mayıs’ta 7 bin subayın tasfiye edilerek yerlerine yerleştirilen Gladyo kadrosu iş görüyordu. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da bu yılların FETÖ’nün TSK’ya sızmaya çalıştığı yıllar olmasıydı… Sınav hırsızlığına ise 1986 yılında başlayacaklardı! 1980 darbesinden kısa bir süre önce 1979 İran Devrimi gerçekleşmiş, Sovyetler Birliği ise Afganistan’ı işgal etmişti. ABD, Ortadoğu’da dengeleri yeniden kurarak temel politikası olan İslam ülkelerini sömürgeleştirmenin yollarını aramaktaydı. Türkiye’nin ise böyle bir zamanda her zaman olduğu gibi İsrail’in güvenliği için bir ayarda tutulması gerekiyordu. Ülkede tertiplenen birtakım iç karışıklar bahane edilerek TSK yine emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen bir darbe yaptı. Cuntacıların yazdığı anayasa ile de ülkenin kontrolü tamamen üst akla devredilmiş oldu. Daha doğrusu üst akıl ile yapılan sözleşme yenilendi!
28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi de, diğer darbeler gibi bu ülkenin yerli insanına dönük yapılmış topyekûn bir saldırı ve imha hareketiydi. Darbenin asıl aktörleri; İsrail, Washington’daki İsrail lobisi ve CIA ve içerideki Fetullahçı yapıydı. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın İslam ülkelerinin birliğini esas alan D-8 modeli, 28 Şubat’ın gerçekleşmesinde çok büyük bir etkendi. Ama darbe “irtica” kisvesi altında yapılmıştı.
Abdülhamid Han’dan beri dünyaya nizamat vermeye kalkan bir ağ ne zaman medeniyet perspektifli bir İslam birliğini tesis etme gayreti olsa hemen devreye giriyor ve bir darbeyle/operasyonla o ülkeyi siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa sevk ederek direncini kırıyor/diz çök- türüyordu. Turgut Özal, başkanlık sistemi tartışmalarını başlattığı gün itibarsızlaştırılmaya başlanmış, “Özal sivil diktatör”, “Özal’ın tek adam olma hevesi” gibi manşetler atılmaya başlanmıştı. 1991 yılında Sızıntı dergisinin Ağustos sayısının başyazısı tamamen Özal’a ayrılmıştı. “Milletin yolunu kesen kanlı kâbus” başlığı adı altında yayınlanan yazıdan sonra rahmetli gün yüzü görmemişti.
KÜRESEL SİSTEMİN SON TAŞERONU: FETÖ
Dünya sistematik bir şekilde her geçen gün felakete, kaosa ve buhrana doğru sürükleniyor. Paraya tapan, sapkın, Tapınakçı, Kabalist Batılı küresel güçler; din, siyaset ve para üzerinden kurdukları geniş bir ağla yıllardır İslam ülkelerini bölüp parçalıyor. Küresel sermayeyi tekelinde tutan ve istedikleri ülkeleri “haydut ülke” statüsüne sokan yeni dünya düzeninin mimarları, son 200 yıldır ekonomiye, siyasete ve toplumsal alana hükmediyor.
Lakin 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye bugüne kadar gerçekleştirilen darbelerden daha farklı bir şey yaşadı. Bu sefer topyekûn emir komuta zinciri çerçevesinde işleyen bir darbeden ziyade 1966 yılından beri Türkiye için özel tasarlanmış bir proje olan FETÖ eliyle ülkemiz işgal edilmek istendi. İlkokul mezunu bir adamı alıp onu bir ülkeyi yıkacak güce eriştiren çok ilginç bir düzenek var karşımızda. İşte FETÖ, din, para ve siyaset temelli politikalarla Ortadoğu’da kaos planları yapan, İslam ülkelerini bölen ve adına üst akıl denilen bu düzeneğin bir parçasıdır. Kısacası dünün projesi olan İttihat Terakki’nin yerini bugün FETÖ almıştı. FETÖ’nün Türkiye’yi üst aklın güdümünden çıkarmamak gibi bir vazifesi vardı: Türkiye geçmişte olduğu gibi ayağa kalkmamalı ve asla bağımsız bir ülke olmamalıydı. Bu sebeple üst aklın aramıza yerleştirdiği tüm kriptolar maskelerini düşürerek artık açıktan savaş vermeye başladı. Hedefleri, ülkeyi her geçen gün bağımsızlığa doğru götürenleri tıpkı Abdülhamid örneğinde olduğu gibi iktidardan düşürmek, hatta tamamen yok etmek! Ne var ki milletimiz ülke bağımsızlığı söz konusu olduğunda dün Çanakkale’de gösterdiği basireti, dirayeti ve direnci 15 Temmuz günü tekrar gösterdi. Bu beklenmedik durum karşısında emellerine ulaşamayan bu hain yapılanma tamamen deşifre oldu ve OHAL kapsamında tasfiye süreci başladı. Bugün kurumlarımızı yeniden inşa etme sürecindeyiz. Türkiye bir sistem değişikliğine doğru gidiyor. Bu durumda Türkiye’de başlayan bu direnişi bilhassa İslam ülkelerine de sıçratmak ve tüm İslam dünyasını da uyandırmak durumundayız. Aksi takdirde hepimiz bu acımasız düzeneğin dişlileri arasında ezileceğiz. İslam dünyası tek amaçları İslam’ı ve Müslümanları ortadan kaldırmak olan üst akıl tehdidine karşı birlik olmak zorundadır.
Ufuk Coşkun / Araştırmacı, Yazar
Sayı 156 / Güz 2016