“15 yaşındaki genç Muhammed Enver, 11 Ocak 2016’da imamın vaazını dinlemek için camiye gitti. İmam, vaazının bir bölümünde cemaate ‘Kim Hz. Muhammed’i seviyorsa beş vakit namazına devam eder’ dedi ve kimlerin beş vakit namazını kıldığı ve Peygamber’i sevdiği sorusunu yöneltti. Cemaattekiler ellerini kaldırdı. Daha sonra imam, ‘Kim namazına devam etmiyor ve Hz. Muhammed’i de sevmiyor?’ diye sorunca. Muhammed elini kaldırdı. Daha sonraki ifadesine göre yanlışlıkla elini kaldırmıştı. Bunun üzerine sinirlenen imam ve cemaat Muhammed’i Hz. Peygamber’e hakaretle suçladı. Yaklaşık 100 kişilik cemaatin kınayan bakışları arasında Muhammed camiden ayrılmak zorunda kaldı ve evine döndü. Biçki makinesiyle camide kaldırdığı sağ elini kesti ve elini bir tabak içerisinde imama sunmak üzere camiye geri döndü. Ailesi ve köylüler Muhammed’in bu yaptığıyla gurur duyduklarını söylediler. Olayın ardından Muhammed Enver çeşitli köylerden ziyaret edilen yerel bir kahraman haline geldi. “
Haberi ilk okuduğumda Batı merkezli medya organlarında artık görmeye alışkın olduğumuz, İslam’ı şeytanileştirmeye hizmet için kurgulanan global algı operasyonunun çeşitli saçma sapan fetvaları, sapkınlıkları öne çıkaran haberlerinden biri daha diye düşündüm. Ancak çeşitli kaynaklara başvurarak olayın aşağı yukarı doğru olduğunu teyit ettim. Sonra Pakistan’ın Penjab eyaletinde gerçekleşen olayın kahramanı Muhammed Enver, gerek İmam, gerekse de cemaat ve Muhammed’in ailesinin tavırları çok tanıdık geldi. Elbette bu olayla ilgili olarak sosyolojik, kültürel ve psikolojik alanları merkeze alarak söylenebilecek pek çok şey var ancak bu yazıda ben olayın İslam dünyasında ortaya çıkan dindarlık biçimlerinden birini açık bir biçimde ortaya koymasıyla ilgileneceğim: Menkıbe dindarlığı.
DİNLE SALT DUYGU ZEMİNİNDE İLİŞKİ
Menkıbe dindarlığı, din ile olan sıkı ilişkisini kahramanlık, fedakârlık ve olağanüstülük temeline dayalı olarak duygusal zeminde gerçekleştiren, dinin kaynakları ve yorumlama süreçlerini arka plana atan yahut yok sayan bir dindarlık biçimidir. Bu tip bir dindarlıkta adeta peygamber işlevi sürdürecek, sorgulan(a)maz karizmatik din adamı; çoğunlukla bu din adamının gösterdiği ülkü için yahut bireysel öngörü ve tecrübe ile din addedilen olgu için fedakârlık ve rüya, büyü, keramet gibi olağandışı kaynaklar dinsel duygu tatmininde önemli yer tutar. Geleneksel (folklorik) halk dindarlığıyla kesiştiği alanlar olmakla birlikte menkıbe dindarlığı ile dini hakikat vechesinden aramak, tefekkür, tedebbür ve amel ile beraber dini yaşamak yerine, ilahi iradenin tecellisini kendi duygusal öngörü ve tecrübelerine dayanarak keşfetmeye çalışmayı, bunu da dine sıkı sıkı bağlı olma hali olarak tanımlamayı kastediyorum. Bu bakımdan her ne kadar menkıbe dindarı kendisini dine bağlı olarak tanımlasa da esasında seküler bir din anlayışına yaslanır. Zira din ile ilişki duygusal tatminin sınırlarına kadardır. Bu tatmin gerçekleşirse, hayatın geri kalanı bu duygusal tecrübe ile meşruiyet kazanır. Aslolan dinsel tatmindir ve gerçekleşmesi halinde dine ilişkin yapılması gerekenler yapılmış; hayatın geri kalanı da otomatik olarak dinsel meşruiyeti ihraz etmiştir. Bu özellikler bakımdan FETÖ, menkıbe dindarlığının temel özelliklerini tam olarak yansıtmaktadır.
Özellikle 15 Temmuz’un ardından FETÖ’yü anlama çabalarının bu grubun dinî anlayışlarına yoğunlaştığını görüyoruz. Bazı ilahiyatçı meslektaşlar konuyu Marx’ın “Din afyondur” sözüne bağlamakta birbiriyle yarışır hale geldi ki son derece yersiz ve yüzeysel bir tahlil idi bu. Halbuki FETÖ yöneticileri de üyeleri de İslam dünyasında pek de nadir olmayan bir dindarlık biçimiyle mualleldir: Dini temel kaynak ve ilkeleri çerçevesinde tefekkür, tedebbür ve amel ile yaşamak yerine, kendi kutsal ülküleri doğrultusunda pek çok menkıbevî faktörün din anlayışlarını yönlendirmesine izin vererek, gittikçe kutsadıkları bir önderin peşinde ve onun sayesinde dine bağlı olabileceklerine inanmak. Bu hareketin rüyalara verdikleri olağanüstü değer, Hz. Peygamber’in gerçek hayatta kendi aktivitelerine katılacağına inanabilmeleri; eski kıssa kitaplarından neredeyse birebir kopyalanarak güncelledikleri uydurmalara sorgusuz iman etmeleri; dinî-duygusal tatmin aracı olarak sık ağlama seansları; bu din telakkisi uğrunda büyük fedakârlıklar yapmayı da dindarlıklarının bir gereği görmeleri menkıbe dindarlığının bütün özelliklerini yansıtmaktadır. Diğer taraftan dinin temel yasaklarını çiğnemeyi yahut temel emirlerini yerine getirmemeyi olağan karşı- layabilmeleri bakımından menkıbe dindarlığının din ve dünyayı ayıran seküler yaklaşımını da taşımaktadır.
MENKIBE DİNDARLIĞI VE GAYBE İMAN
Bireyin din ile olan ilişkisinde en az inanç ve eylem kadar önemli olan bir boyut duygudur. Dindarlığın önemli ancak mevcut araştırmalarda nisbeten ihmal edilen bir boyutu duygusallıktır. Duyularımız ötesine ait inançlara ve beklentilere dayalı olmasının zorunlu bir sonucu dinin duygusal bir boyuta sahip olmasıdır. İslam dünyasında yaygın olan dindarlık biçimlerinde ise duygusallık daha da belirgindir. Bunun önemli sebeplerinden biri ihlas, ihsan, haşyet, takva, teslimiyet, adanmışlık gibi İslam’da öne çıkan bazı anahtar kavramların duygusal bir zemine oturuyor olması; bir diğer sebebi de Kur’an’da mucizeler de içeren olağanüstü kıssaların önemli bir yer tutmasıdır. Bu bakımdan İslam, en az diğer dinler kadar menkıbe dindarlığına açık bir dindir. Zira dinin önemli bir bölümü bize bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz gaybe ilişkin konulara imanı gerektirir. Bu iman sahih bir düzlemde inşa edilmez, sahih kaynak ve salim akılla kontrol altında olmazsa her türlü gaybe ilişkin konunun dinin gereği olduğu gibi bir uca evrilmesi kaçınılmaz olur. Peki dindarlığı menkıbe seviyesine düşürmeden ihlas, takva ve ihsan ile sahih bir biçimde yaşamanın yolu nedir? Bir başka ifadeyle menkıbe dindarlığından kaçınmak nasıl mümkün olabilir?
MENKIBE DİNDARLIĞININ PANZEHİRİ: SAHİH ZEMİNDE KOLLEKTİF İSTİŞARE
Menkıbe dindarlığını gayr-ı sahih bir dindarlık biçimi olarak tanımlayınca bunun panzehirinin de sahih dindarlığı yaymak olduğu ortaya çıkar. Ancak bireylerin bu tip bir dindarlığı benimsemesinin, çoğunlukla toplumsal dinî oluşumlarla ilişkili olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Birtakım tarikat ve cemaatlerin önderleri bu tip bir dindarlığı terviç ediyorsa da bazı diğerlerinde ise “şeyh uçmaz mürid uçurur” fehvasınca bu kırılma takipçiler arasında meydana gelmektedir. Birinci tip grubun sapkınlığını tesbit etmek; ikinci tip grubun ise tashihini sağlamak için bir çeşit otokontrol mekanizmasının tesis edilmesi gerekir. Bu anlamda dinî yaşantının nasıl olması gerektiğine ilişkin, örgün din eğitimi veren imam-hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri gibi kurumlardan dinî cemaatler üzerinde etkili kanaat önderlerine ve özerk bir devlet kuruluşu olan diyanete; medrese eğitiminden geçmiş âlimlerden ilahiyat eğitimi almış âlimlere varıncaya kadar ilgili tüm toplumsal aktörlerin mütemadiyen bir araya gelmesi ve şura ilkesine dayalı olarak kolektif istişarelere ağırlık verilmesi gerekir. Gerek fırkalaşmaktan doğan düşmanlıklar gerekse de menkıbe dindarlığı gibi sakat din anlayışlarına götüren dindarlık tipolojilerine mani olmak, aşırılıkları ortak zemin üzerinde tartışmak ve takipçilere de buradan çıkan sağlıklı sonuçları yansıtmak yoluyla sahih dindarlığı yayarak mümkün olabilir.
Menkıbe dindarlığını önlemenin yolu olarak ortak zeminde sahih dindarlığı yaymayı tesbit ettikten sonra işte bu ortak zeminin ne olacağı konusunda asıl sorumuza dönebiliriz: Bu sorunun cevabı esasında İslam’a göre hakikatin ölçüsü nedir sorusunun cevabı ile yakından ilişkili. “İslam’a göre hakiki inanç, hakiki amel ve hakiki değerler nasıl tesbit edilir?” sorusuna verilecek doğru cevaplar, menkıbe dindarlığına mani olmakta hayati öneme sahiptir. Yani soru şu şekilde formüle edilebilir: “Hakiki inanç, amel ve değerleri tesbit etmekte ortak ilkeler nelerdir?” Bu soru İslam alimlerinin ilk asırdan itibaren cevaplamaya çalıştığı ve üzerinde zengin bir literatür oluştuğundan, burada ben her biri en az birer kitap bölümü içerisinde izah edilebilecek üç temel alan önermekle yetineceğim:
- Ümmetin Peygamber’in vefa- tından sonra ittifak edegeldikleri, üzerinde icma olan konular. Üzerinde icma edilen konularda ileri sürülen iddiaların sahih dinden sapma olacağı tesbit edilecek, yukarıda bahsettiğimiz kolektif şuranın sınırları icma ile belirlenecektir.
- Sahih dinî düşünceye ulaşmak için ümmetin âlimlerinin asırlar boyunca ilmek ilmek dokuduğu yöntem bilim olan usul-i fıkh. Fıkıh usulü sadece fıkhî ahkamı tesbit etmek için ortaya konulmuş bir metodoloji değil, ümmetin âlimlerinin nasıl sahih dini bilgiye ulaşılır sorusuna verdikleri sistematik cevaplar bütünüdür. Mezkûr şurada ortaya atılacak her türlü iddianın fıkıh usulü ilke ve yöntemleri içerisinde vazedilmesi gerekecektir.
- İslamî ilimler içerisinde asırlar boyunca sürdürülegelen ilmî Dine ilişkin iddia ve fikirlerin 14 asırlık ilmî gelenekleri bir kenara atarak ortaya konması kaotik bir güvenilirlik problemini beraberinde getirmesinin yanısıra bilimsel ilerleme ilkelerine de aykırıdır. Bu nedenle her türlü dinî söylem ve ifadenin bu ilmî geleneklere yaslanması yahut aynı ilmî tutarlılıkla hesaplaşması gerekmektedir.
Menkıbe dindarlığı, izi tasavvufî tarikatlardan selefî hareketlere kadar pek çok dinî cemaatte görülebilen din ile gaybe iman ve duygu temelinde inşa edilmiş gayr-ı sahih bir ilişkiyi ifade eder. Bunu önlemek de, ilgili aktörlerin icma alanına giren konular muhafaza ederek, bunların dışındaki konularda fıkıh usulü kaide ve yöntemlerini takip ederek ve ilgili ilmî gelenekleri dikkate alarak yapacakları kolektif istişarelerden süzülen birikim neticesinde sahih dindarlığın yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacaktır.
Dr.Ahmet Temel / İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi
Sayı 156 / Güz 2016