Filmler insanların hayal dünyasında önemli bir yer tutar. En üzgün bir ruh halinde gittiğiniz neşeli bir film sizi güldürebileceği ve o an için tüm dertlerinizi unutturabileceği gibi, bunun tam tersi de mümkündür. Aslında bu manada filmlere hayal ile gerçek dünyanın buluşarak birbirlerine karıştıkları yerdir demek yanlış olmaz. Bu yüzden filmler eğlence sektörünün para kazandıran bir aracı olsa da, aynı zamanda insanları programlama, politik ve bilinçaltı mesaj verme konusunda çok önemli araçlardır.
1 Mart 2003 ABD’nin Türkiye’yi işgal tezkeresinin TBMM’de reddedilmesinin ardından Pentagon, Hollywood üzerinden Türkiye ile savaşa başlamıştı. Hollywood yapımı filmler ve diziler iki ülke liderleri arasında yapılan toplantılarda bile gündeme gelmişti. Türkiye’de bir araya gelen zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu konudaki şikayetlerini ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a aktarmıştı. Bu da konunun basit bir film meselesi olmayıp devletler arası ilişkilerde önemli bir baskı unsuru olduğunu açıkça göstermektedir.
Öyleyse bu dizi ve filmleri kısaca analiz etmek gerekir.
İLK GERÇEK ZAMANLI DİZİ 24 NE ANLATMIŞTI?
Her saati bir bölüm olarak kurgulanan ve 24 saate yayılmış ilk gerçek zamanlı dizi olan “24”ün birinci sezonu (6 Kasım 2001-21 Mayıs 2002) bir siyahi başkan adayının çevresinde geçer. (Yıl 2001 ve Obama’nın adı bile duyulmamıştır henüz) Los Angeles Anti Terör Birimi’nden Jack Bauer, başkan adayını hedef alan muhtemel bir suikastı önlemekle görevlendirilir ve başarıyla önler. Suikastın arkasında Yugoslavya’dan arta kalan bir istihbaratçı topluluğu var gibi gözükse de 1. sezonun sonu açık bırakılır. Dizi bütün dünyada ve ülkemizde müthiş bir başarı kazanır. Dizinin 2. sezonunda (29 Ekim 2002-20 Mayıs 2003) suikasttan kurtulan siyahi aday ABD başkanı olmuştur ama bu sefer birileri ABD’de nükleer bomba patlatarak onu Ortadoğu ülkelerine saldırmaya zorlamaktadırlar. Ama ajan Bauer bu olayı da çözer ve planın arkasında Müslümanların değil ABD’li petrol şirketlerinin olduğu ortaya çıkar. Dizi giderek daha ilginç olmaktadır ve 2. sezonun son dakikasında Başkan suikasta uğrayarak zehirlenir.
Ne olursa dizinin 3. sezonunda (28 Kasım 2003-25 Mayıs 2004) olur. Sanki görünmeyen bir el ABD halkını bilgilendiren bu diziyi alarak senaryoyu tersine çevirir. Ama bir önceki sezonda açık bırakılan olayın kapatılması gerekmektedir. Başkan suikasttan ölmeden kurtulur. Bu defa Los Angeles kimyasal saldırıya uğrar. Dizinin sonunda sorumlu olarak eski bir İngiliz ajanı çıkar. Tek sorunu Körfez Savaşı sırasında gizli operasyonlarda yer alırken devlet tarafından yalnız bırakılmasıdır. Petrol şirketleri ve silah tüccarları tamamen unutturulmuştur izleyiciye. Böylece görün-meyen bir güç diziyi devralır ve bu çok seyredilen diziyi propaganda makinasına çevirir.
4.sezonun konusu (9 Ocak 2005–Mayıs 2005) Türk teröristlerdir. Dizinin bir önceki sezonunun son bölümlerine doğru 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedildiğini hatırlatalım. Bu reddiyenin ardından artık Pentagon’un bu diziyi ele geçirdiğini büyük bir rahatlıkla iddia edebiliriz. Dizinin 4. sezonu çok kötü bir Türk portresi çizmektedir. Birileri ABD halkının bilinçaltını yeni düşmana karşı hazırlamaktadır. Aşağıdaki alıntı haber dizinin toplum üzerindeki gücünü göstermeye yeterlidir.
“Türkiye’de merakla izlenen 24 dizisinin 4’üncü serisi ABD’de gösterime girdi. Dizide Türk teröristler bir bakan kaçırıyor. ABD’deki bir Türk ailenin uyuyan hücre olarak gösterilmesi Türkler’i zor durumda bıraktı. Türk dernekleri, ‘Bize karşı saldırılar olursa dava açacağız’ diyor. (…) Çünkü Amerikan güvenlik birimlerinin teröristlere karşı verdiği mücadelenin anlatıldığı 24’ün ilk üç serisinde ‘teröristlerin’ vatanları belirtilmiyordu. ‘Ortadoğulu teröristler’ ve ‘Meksikalı çete’ dışında ilk kez ‘Türk teröristler’ ifadesi kullanıldı. (“ABD’li Türkler diken üstünde”, Sabah, 11.01.2005)
Amerikan Dizilerinde Türkiye Düşmanlığı
Ama bu kadarı yeterli değildir. Hemen ardından en az 24 kadar popüler bir dizi olan, sayısız Emmy ödüllü, Beyaz Saray entrikalarını konu alan “The West Wing” (Batı Kanadı) dizisinde, Türkiye’de zinanın cezasının kafa uçurarak idam edilme olduğu anlatılmış ve ABD Başkanı bu barbarlığı durdurmak için elinden geleni yapmaya çalışırken gösterilmiştir.
2004 yılında gösterime giren bir başka filmde ise İslam düşmanı olmasıyla tanınan ve gerçek hayatta da CIA ajanlarını yakın dövüş konusunda eğiten Steven Seagal, “Out Of Reach” filmi ile Polonya Türk Konsolosluğu’nu çocuk ticareti yapılan bir yer olarak göstermektedir. Steven Seagal’in İslam düşmanlığı yeni değildir. Daha önce de, ünlü bir aktörün yapmayacağı şekilde, İslam düşmanı bir film olan “Executive Decision” filminde 15 dakika için boy göstermiş ve daha filmin hemen başında ölmüştü. Bu, normalde ünlü aktörlerin kolay kolay kabul etmeyecekleri bir durumdur ama Seagal ismini filmin posterlerine yazdırarak kendi hayran kit-lesini de bu tür filmlere çekmiş, bir anlamda bu filmlere sponsor olmuştur.
“Commander in Chief” (2005-2006) isimli dizide ise Orhan Pamuk krizine ve Cüneyt Zapsu’nun ABD’deki tartışmalı konuşmasına atıf yapması yapımcıların Türk-Amerikan ilişkilerini dikkatle izlediklerinin yeni bir göstergesi gibidir.
ABD’nin “Kurtlar Vadisi Irak” Rahatsızlığı
Türkiye karşıtı kampanyalar bütün hızıyla devam eder. Tezkereyi TBMM’den geçirmeyerek ABD askerine Türkiye’de konuşlanma ya da bu bahane ile ülkemizi işgal etme izni vermeyen bu kendini bilmez ülkeye haddi bildirilecektir. Bu kez Amerikalı köşe yazarları sırasıyla Türkiye karşıtı makaleler kaleme alırlar. ABD insanı ve dünya görsel medyası, filmler, diziler ve akademik (!) yazılarla değişik bir Türkiye imajı ile karşılaşır. Bir gün bir çocuk satıcısı, bir gün kanlı terörist, bir gün kafa uçuran barbarlar sonra da “Hasta Adam” oluverir. Bırakın Türkiye’yi tanımayı, ABD’nin NATO üyesi olup olmadığını %85’ten fazlasının bilmediği bir toplumun bu propagandadan etkilenmemesi mümkün değildir. Peki bu kampanya nasıl durdurulmuştu? Hatırlatalım:
“Kurtlar Vadisi Irak” filmi gösterime girene kadar Hollywood’un Türkiye saldırısı sürmüş, 2006 yılının başlarında piyasaya çıkan film sonrasında saldırılar bıçakla kesilir gibi durmuştu. Türkiye aynı silahı kendisinin de kullanabileceğini ABD’ye göstermişti. Film tüm İslam dünyasında yankı uyandırmış, özellikle Almanya’da ABD üssünde görevli askerlere filmin gösterildiği bölgelerden uzak durmaları emredilmişti. Film Amerika’nın imajına büyük zarar vermiş ve ABD kendisi için acı yoldan da olsa mesajı almıştı.
İşte konuyla ilgili bir haber: “ABD Ordusu’nun, Kurtlar Vadisi Irak filminden uzak durmaları için Amerikan askerlerini uyarmasının ardından, NATO Komutanı General James Jones da filmle ilgili yorumda bulundu: ‘Kurtlar Vadisi Irak’ adlı film için, ‘Tabii ki, filmler düşünceleri şekillendirir’ dedi. Oysa Amerikalı yetkililer, 24 ve West Wing gibi TV dizilerinde Türklerin terörist olarak gösterilmesiyle ilgili şikayetlere “bunlar sadece film” diye yanıt veriyordu. General James Jones ise farklı bir söyleme başvurdu. General Jones, ‘Kamuoyunun ilgisini çeken filmler ve benzer şeyler, tabii ki genelde düşünceleri şekillendirir’ dedi. Gerçeklerin kurgudan ayrılması gereğine dikkat çeken Jones, ‘Önemli olan, kamuoyunun düşüncelerinin gerçek ve doğru olanlara göre oluşmasıdır’ diye konuştu.” (“Natodan Kurtlar Vadisi Yorumu”, 10.02.2006)
Hollywood-Pentagon İşbirliği,
Hollywood -Pentagon işbirliğinin önemini şu haberle pekiştirelim: “ABD, terör saldırılarının ardından Hollywood’un ünlü aksiyon filmi senarist ve yönetmenlerini terörle mücadelede göreve çağırdı. Üst düzey komutanlar, ‘Zor Ölüm’ ve ‘Delta Gücü-1’ gibi aksiyon filmlerin senaristlerinden, teröristlerin bundan sonra yapacakları muhtemel saldırılara uygun senaryo yazmalarını istedi. Hollywood’un hayal gücü kuvvetli senarist ve yönetmenleri, Pentagon’a terörle mücadelede yardım edecek. Amerikan Variety Dergisi’nin haberine göre, haftalardır Hollywood senaristleri ile toplantı yapan generaller, teröristlerin saldırı senaryolarının ortaya çıkmasından sonra ikinci aşamaya geçecek. Generaller, bir sonraki adımda ise ‘dost’ güçlerin bu teröristleri nasıl durduracağı yönünde senaryolar istiyor. Generallerin Hollywood’dan yardım istemesine, Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a düzenlenen saldırılar karşısında tüm dünyanın ‘Hollywood filmleri gerçek oldu’ görüşünde birleşmesi neden oldu. Bugüne kadar Hollywood senarist ve yönetmenleri özellikle savaş ve terör filmlerinde Amerikan ordusundan yardım istiyordu. Bu defa Hollywood, Amerikalı generallere akıl verdi.” (Hürriyet, Teröristleri Hollywood senaristleri vuracak, 10 Ekim 2001)
Yeniden Başladılar
Suriye ve Irak konusunda Türkiye’den bir türlü istediğini alamayan ABD’nin eski kötü huyları son zamanlarda yeniden depreşti.
Pearl Harbour filminin yönetmeni Michael Bay, bu kez 11 Eylül 2012 gecesi (tarihe dikkat) ABD’nin Libya elçiliğinin basılmasını konu alan “13 Saat: Bingazi’nin Gizli Askerleri” (13 Hours: Secret Soldier of Benghazi) filmi ile karşımıza çıktı. Filmde ön plandaki teröristler Türk bayraklı tişört giyiyor. Film boyunca bu Türk bayraklı “teröriste” ve Türkiye’ye defalarca atıfta bulunuluyor. Filmin sonunda ise bu Türk bayrağı giyen terörist yerde ölü yatıyor ve başında bir çocuk ağlıyor. Yani amiyane tabirle bilinçaltına verilen mesaja göre “ABD Türklerin anasını ağlatmıştır”.
Bir başka ilginç olayı ise son yılların popüler dizisi “The Blacklist” (Kara Liste) dizisinde gördük. Amerikan NBC kanalında 3. sezonu tamamlanan “The Blacklist” (Kara Liste) dizisinin 14 Ocak 2016 tarihinde yayımlanan 10. bölümünde gizli bir örgütün ABD ve Rusya arasında yeni bir soğuk savaş başlatmaya çalıştığı ve bu amaçla siyasi suikastler yaptırdığı anlatılıyor. Peki bu suikastçı kim? İsmi “Kara Kurt”. (Gri Kurt olsa idi tam oturacaktı konuya ve dizi boyunca bu isim Türkçe olarak telaffuz ediliyor.) Peki dizinin bu bölümünün yayımlandığı tarih olan 14 Ocak 2016 tarihinden yaklaşık 50 gün kadar önce Türkiye ne yapmıştı? Rus savaş uçağını düşürmüştü. Türkiye’yi dizide açıkça ABD-Rus ilişkilerini bozmaya çalışan bir suikastçi olarak tanımlamaktan daha açık bir mesaj olamazdı.
Aynı dizinin 19 Mayıs 2016 tarihli bölümünde ABD başkanı seçilmesi muhtemel adayı finanse eden Rus oligarkın parasına ulaşabilmek için bu paraya erişimi olan bir Amerikalı fon yöneticisinin davet sebebiyle gittiği bir elçilikten çıkarılması gerekir. Hangi elçilik mi? Almanya’da bulunan Türk elçiliği. Peki elçiliğe sızacak kişi güvenliği aşabilmek için ne yapıyor? Kara para aklama suçundan aranan birisi kılığına girerek İnterpol tarafından Berlin’de yakalanmasını sağlıyor. Böylece Alman makamları tarafından suçlu iadesi kapsamında Türkiye’ye iadesi için Türk elçiliğine teslim ediliyor. Senaryo Almanya’nın aradığımız suçluları hiçbir zaman bize iade etmemesi sebebiyle zayıf olsa da mesajlar çok açık. Almanya ile yaşanan soykırım tartışmaları (Almanya’nın içinde Türk toprağı sayılan elçilik binası vasıtasıyla Almanya içindeki Türkiye’ye mesajı, Almanya’nın içinden çıkarılan Türkiye vb.), Rıza Zarrab olayı (Türkiye ve kara para aklama, DAEŞ petrolü), Amerikan başkanlık seçimlerinde başkan adayına fon aktarımı (FETÖ ve senatörlerin finansmanı) benzeri birçok mesajı çıkarmak mümkün.
Hollywood senaristlerinin Türk siyasetine olan ilgisi ve mesaj verme çabası takdire şayan. Yoksa Pentagon mu demeliydik? Yanlış anlamaya mahal vermemek için son bir not ile bitirelim. Hollywood’un tamamen Pentagon emrinde olduğu iddiasında değiliz. Hollywood aslında daha çok küreselcilerin emrindedir ve bu iki güç arasında çıkarların örtüşmesine/çatışmasına bağlı olarak savaş ya da barış birçok defa film ve dizilere de yansımak-tadır. Nitekim “13 Saat: Bingazi’nin Gizli Askerleri” (13 Hours: Sec-ret Soldier of Benghazi) filminde kötü, beceriksiz ve kimseyi umursamayan CIA ajanları portresinin yanında kahraman ABD paralı askerleri portresi çizilmesi CIA’yi tam manasıyla çıldırtmış ve CIA sözcüsü yaptığı açıklamada filmin o gece Bingazi’de olanları çarpıttığını söylemiştir.
Ömer Kayani / Araştırmacı, Yazar
Sayı 156 / Güz 2016