Hilafet kelimesi, günümüzde algı olarak İslam ile özdeşleştirilse de yönetim biçimi anlamında, köken olarak çok daha eskiye hatta ilk organize olmuş yönetimlere dayanmaktadır. İngilizce’de caliphate şeklinde aktarılan sözcüğün, terim olarak ilk kez İslâm öncesinde Arabistan coğrafyasında miladi altıncı yüzyıla ait Arapça bir metinde geçtiği bilinmektedir.
HİLAFET KELİMESİNİN KÖKENİ
“Hilâfet” kelimesiyle ilgili sözlükler, kelimenin kökeni ile alakalı Arapça’daki sülasi (3 harfli) mastar kullanımlarını işaret edip (halefe) (yahlifu / yahlufu) (halfen), (hilfeten) ve (hilâfeten) şeklinde kelimeleri örnek olarak vermektedir. Anlam bakımından bu sözcükler “bir kişinin ardından gelmek, o kişinin yerine geçmek, bakasına niyabet etmek, bir kimseden geriye ve sonraya kalmak, halef ve vekil olmak anlamlarına gelir. Hilafet kelimesi, günümüzde algı olarak İslam ile özdeşleştirilse de yönetim biçimi anlamında, köken olarak çok daha eskiye hatta ilk organize olmuş yönetimlere dayanmaktadır. İngilizce’de caliphate şeklinde aktarılan sözcüğün, terim olarak ilk kez İslâm öncesinde Arabistan coğrafyasında miladi altıncı yüzyıla ait Arapça bir metinde geçtiği bilinmektedir. O metinde halife “bir yerdeki egemen adına genel valilik ya da nâiblik yapan” anlamında kullanılmıştır.
KUR’AN’DA HİLAFET KELİMESİ YOK AMA HADİS-İ ŞERİT’TE YER ALIYOR
“Hilâfet” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yer almaz hatta halife de terim anlamıyla bulunmaz fakat “halife, halâif ve hulefâ” kelimeleri ile insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğuna sıkça vurgu yapılır.
Hadis-i Şerif’lerin dayandığı kaynaklarda ise hilâfet kelimesiyle beraber, imam ve emir kelimeleri yer alır. Bunlar, İslam dünyası için Hz. Peygamber’den sonra başlayan Halifelik kurumunun da zeminini hazırlamış ve “devlet bakanı, yönetici, lider” gibi bir anlama gönderme yapmaktadır. Hadislerde yönetim şeklinin adalet ile örtüştürüldüğünde “mükâfat”, zulümle bir araya getirildiğinde “ceza” ile karşı karşıya kalınacağına vurgu yapılır. Adil yönetici övülür, Allah tarafından gölgelendirilmek suretiyle mükâfatlandırılacağı bildirilir, zulüm ile abat olan yöneticinin ise kötü akıbetinden bahsedilir.
Hilafet bir emir makamı olduğu kadar emri altındakilerin sorumluluğunun da taşındığı bir mesuliyet makamıdır. Halifelik yönetimi altındakiler için bir koruyuculuk makamıdır ve isyan emretmediği sürece kendisine itaat etmek gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Bazı kaynaklarda biat edilen iki halife söz konusu ise sonrakinin öldürülmesi ve gerçek anlamda hilafetin 30 yıl sürdüğü ve sonra saltanata dönüştüğü ve hilafetin Kureyşlilere ait olduğuna dair yorumlar da yer almaktadır.
Hilafet sözcüğünün kelime anlamı dışında yaygın ve ağırlıklı kullanılan terim anlamında ise İslam devletlerinde, Hz. Peygamber sonrasındaki devlet yöneticiliği kurumu kastedilir.
Mâverdî, Ahkâmu’s-Sultaniyye eserinde hilâfeti, “Dinin ikâmesinde, irtidat ve bid’atlardan korunmasında, devlet siyasetinin dini hükümlerinin ve usüllerinin prensiplerinde Peygamber’e niyabet” olarak tanımlar.
HİCRET İSLAM SİTE DEVLETİ’NİN TEMELLERİNİ ATTI
Hz. Muhammed (A.S.), Allah’ın yeryüzüne gönderdiği İslam’ı tebliğ ile görevlendirilen hak dininin Peygamberi olmak vazifesi ile görevlendirilmiş, dünya üzerine peygamberlik makamı için gelen son kişi idi. Hz. Peygamber İslam dininin Peygamberi olduğunu ilan etmesi ile birlikte baskı ve şiddete uğramış ve göç etmek zorunda kalmıştı.
Cahiliye devrini yaşayan, çok tanrılı dinlere sahip, Arap toplumu, yeni tebliğ karşısında eski inançlarından vazgeçmeyi istemiyordu. Hz. Peygamberi Mekke‘den Medine‘ye göç etmek zorunda bıraktı. İslam dünyasında Hicret, İslam devletinin temelleri bakımından bir miladı işaret eder. Hicret edilen Medine’de, “İslam Site Devletinin” temelleri atılır.
DİNİ LİDER HZ.PEYGAMBER İSLAM DEVLETİ İLE DÜNYEVİ LİDER DE OLDU
Her ne kadar “İslam Site Devleti” kuruluş yeri bakımından bölgesel bir nitelik taşısa da yüklendiği görev ve sorumluluklar açısından evrenseldi. En büyük gaye İslam’ın insanlığa anlatılması ve yayılmasıydı. İslam dininin tebliğcisi, irşadcısı, peygamberi Hz Muhammed (S.A.V.) aynı zamanda ilk kurulan İslam Devletinin de başı oldu. Dini bir lider olan Hz. Peygamber, temelleri Medine’de atılan devlet ile aynı zamanda dünyevi bir lider olarak da dünya siyasi tarihinde yerini aldı.
CAHİLİYE DEVRİ TOPLUMSAL HAYATTA DEVRİM GEÇİRDİ
Hz. Peygamber dini ve dünyevi liderlik vasfının yanı sıra, İslam devletinin kurulması ile birlikte, İslam Dini’ni yaymak amacı ile “savaşlarda komutan, antlaşmalarda müzakereci, devletler arası ilişkilerde diplomat, anlaşmazlıklarda hakim, bütçe ve ganimet paylaşımında ekonomist vb.” idi. Tüm bu görevlerin tek amacı İslam devletini sağlam temeller üzerine inşa etmekti ve kendinden sonra gelecek insanlığa örnek miras bırakmaktı.
Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde İslam devleti ideal idare tarzına erişmiş, Ashabın ileri gelenlerinin yardımıyla Arap toplumları Cahiliye Dönemi’nin karanlık dehlizlerinden giderek uzaklaşmaya başlamışlardı. Toplumsal hayattaki devrim niteliğindeki bu değişimle, nesiller; Kur’an-ı Kerim ve Sünnet eşliğinde yetişiyordu.
Allah’ın Resulü’nün ebedi âleme göçüyle dini ve dünyevi liderini aynı anda kaybeden Müslümanlar, içine düştükleri çıkmaz ile ne yapacağını şaşırmış durumda, Cahiliye adetleriyle baş başa kalma ve geri dönme tehlikesi ile yüzleşmişlerdir.
Hz. Peygamberin vefatı sadece Allah’ın elçisinin, dini bir önderin, “en sevilenin” göç etmesi anlamına gelmiyordu. Aynı zamanda kurumsal ve toplumsal hayatta büyük bir boşluğun da habercisiydi. Elbette o boşluğu doldurmak için vahiylerle tamamladığı Allah’ın ayetleri Kur’an’ı ve bunların hayata tatbiki olan sünneti rehber olarak bırakmıştı ama yine de “O” olmadan kolay olmayacaktı.
HZ.PEYGAMBER KİMSEYİ TAYİN ETMEDİ
Hz. Peygaber’in son peygamber olduğunu bilen Müslümanlar başka peygamber, dini önder gelmeyeceğinin farkındaydı. Ama Hz. Peygamber aynı zamanda bir devlet başkanıydı. Ve 632 yılında ebedi âleme intikaliyle devlet başkanlığı görevi, nübüvveti gibi sonsuz değildi. İslam alemi için yeni bir devlet başkanı seçilmesi elzemdi çünkü Hz. Peygamber kendinden sonra kimseyi tayin etmemişti. İslam ümmetinin tek çatı altındaki varlığını sürdürebilmesi için yeni bir idareciye ihtiyaç vardı. Çünkü Hz. Peygamber zamanında temelleri atılan İslam devleti, İslam Dini’nin yayılmasında da rol üstlenmişti.
Hz. Peygamber‘in kendisinden sonrasında devlet yönetimi için birini işaret etmemesi, teferruatlı bir hadis tanımı yapmamış olması ve bilindiği gibi Kuran-ı Kerim‘de böyle bir emrin bulunmayışı nedeniyle ümmet zorluğa düşmüştü. Bilinen tek gerçek vardı; o da göreve gelecek kişi her kimse, onun Kur’an’a ve Sünnet’e sıkı sıkıya bağlı biri olması gerektiğiydi.
HALİFELİK MAKAMINA HZ.EBUBEKİR SEÇİMLE GELDİ
İslam dünyası unvanı, seçim şekli, görev süresi ve özellikleri bakımından daha önce ölçütleri belirlenmemiş bir lider arayışındaydı. İslam devleti ve ümmeti Hz Peygamber sonrası ilk büyük sınavını Ben-i Saide gölgeliğinde yapılan seçim ile başarılı bir biçimde vermişti. Hz. Peygamber’den sonra ona en yakın isim olan dostu Hz. Ebu Bekir, “demokratik bir seçimle” göreve gelmişti.
İslam devleti başkanını seçilmesiyle Hz. Ebu Bekir (R.A) Halifet-i Resulullah; yani Resulullah‘ın Halifesi unvanını aldı. Yaygın anlamda “Halifelik”in başlangıcı bu seçimdir. Hz. Ebubekir ve sonrasında gelenler de Halife unvanı ile anılacaktır.
Hz. Ebubekir ve sonrasında gelenler, İslam devletine başkanlık ettiklerinden dolayı böyle anılacaktı. Bu unvan sadece İslam devleti liderine has bir unvandı ve sonrasında başka bir amaç için kullanılmayacaktı ve sadece makamdan ibaret olan bir unvandı. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile 30 yıl süren dönem İslam tarihinde “Dört Halife Dönemi” olarak geçecekti.
PEYGAMBERSİZ YAŞAMA PRATİĞİ VE EMEVİ SALTANATINA DÖNEN HİLAFET
Dört Halife Dönemi, Müslümanların “Peygambersiz yaşama pratiğinin” başlangıcını temsil eder. İslam ümmeti, Dört Halife döneminde farklı kültürlerle karşılaşmış ve intibak süreçleri yaşamışlardır, bu açıdan bu dönem önemlidir. Hz. Peygamber’den sonra devlet başkanının belirlenmesi ile ilgili gelişmeler özellikle dikkatleri çekmiştir.
Hz. Peygamber’in de hem devletinin kuruluşu hem de işleyişi sürecinde istişareye bağlı kalıyordu. İlginç bir ayrıntı olarak “Cahiliye döneminde” de Kabile şeflerinin eksik de olsa istişare ile görevlendirildiği biliniyor. Yani yönetim konusunda istişare İslamiyet öncesinde de sonrasında da vardı ve kullanılıyordu.
Dört Halife döneminde istişare geleneği farklı şekilleri ile devam ediyor. İslam devleti tarihinde Hz. Ömer’in devlet başkanı belirlerken istişare mekanizmasının değişik bir modele başvurması da dikkat çekiyor. Dört Halife Dönemi sonrasında ise “şûraya dayalı” bir yönetim biçimi yerini Emevi Saltanatına bırakıyor.
92 YIL SONRA BİLE KALDIRILMASI TARTIŞILIYOR
Hilafet Makamı 632 yılından 3 Mart 1924’e kadar geçen sürede dönüşümler yaşayarak tarihteki yerini aldı. İlk değişim Emeviler döneminde saltanat şeklini almasıyla oldu. Son değişimi ise Osmanlı Devleti‘nin Mısır’ı ele geçirmesiyle ilk kez Kureyş’ten olmayan birinin Halife unvanını kullanmaya başlaması ile gerçekleşti.
Halifelik başta Büveyhiler, Selçuklular, Fatimiler ve Memlükler saltanatında sembolik bir manevi lider makamından ibaretti. Güçlü olduğu dönemden bir hayli uzaktı. Osmanlı İmparatorluğunda ise halifelik makamı ve unvanın bütün hak ve yetkileri sultanlarda toplanmıştı. Osmanlı hükümdarlarına geçmesi ile halifelik bambaşka şekle büründü. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hilafet kurumunun ve halifeliğin takındığı yanlış tutum ve davranışları ileri sürerek 1924‘ün baharında kaldırdı.
Halifelik serüveni 632‘de Hz.Ebu Bekir ile başlamış ve 1924‘te son halife Abdülmecit Efendi ile miadını doldurarak tarihteki yerini aldı. Halifeliğin kaldırılması 92 yıl sonra bugün bile tartışılmaya devam ediyor.
İSLAMİ LİTERATÜRE GÖRE YERYÜZÜNÜN İLK ŞEHRİ HALEP
Çok eskilere dayanan geçmişi ve kozmopolit şehir yapısıyla bugün Suriye sınırları içerisinde kalan Halep, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış dünyanın önemli kentlerinden biridir. Anadolu, Mısır, Suriye ve Akdeniz’e giden yolların kavşak noktasındaki bu kent tarih boyunca defalarca istilalara maruz kalmıştır. Halep stratejik önemini ve bunun getirdiği avantajları siyasi birlik olduğu dönemde sonuna kadar kullanmıştır.
Halep’in Müslümanlar tarafından fethedilmesi 637 yılında gerçekleşmiştir. Kültürel dokusuna uzun süre dokunulmayan kent “Kınnesrin” ordugâhına bağlı kalarak uzun süre kuzeye doğru yapılan fetih hareketlerinin lojistik noktası olmuştur. Atabeyler dönemi ve öncesi Hamdani hâkimiyeti Halep’in dünyadaki önemli merkezlerden biri olmasını sağlamıştır.
Halep’in dokusu Hamdani döneminde kültürel ve sosyal dönüşüme uğramıştır fakat hâkimiyetlerinin son döneminde şehir büyük kazanımlarını yitirmiş sonrasında da Bizans istilalarına sahne olmuştur.
HER DÖNEMDE TİCARETİN GÖZBEBEĞİ HALEP
12. ve 13. yüzyıllarda Kuzey Irak ve Suriye’de hüküm sürmüş Türk devleti Zengiler ve Eyyubiler hükümranlığı altında geçen dönemler Halep için huzurun egemen olduğu dönemlerdir. Şehrin istilalar ile bozulan olumsuz izleri silinmiş, siyaset, mimari ve sosyal alanda büyük gelişim göstermiştir.
Bütün İslam dünyasında olduğu gibi Moğol istilası sonrası büyük yıkımlar yaşamış, kanlı istilanın izleri bir buçuk asır devam etmiştir. Ticari merkezlerden olan Kilikya Ermeni Krallığının yıkılması, Memlüklüler döneminde Halep’in ticari potansiyelini artırırken eskiye nazaran 2 kat daha büyümesine vesile olmuştur.
Memlükler ile başlayan ticari dinamizm, Osmanlı İmparatorluğunun bölgede yer almaya başlaması ile daha da hız kazanmıştır. Halep liman kenti olmadığı halde bu denli ticari öneme sahip ender kentlerden biri olmuştur. 1050 yılından sonra bölgeye Türkmen yerleşimi gerçekleşmiştir. Halep o dönemden itibaren tarihi bakımından Türk tarihinin bir parçası haline gelmiştir.
OSMANLI’NIN EN ÖNEMLİ SANCAĞI
Halep Osmanlı İmparatorluğunun en büyük ve en önemli sancaklarından biriydi. XVI. yüzyılın ilk yarısında Şam vilâyetine bağlı bir sancak iken müstakil bir eyalet haline getirildi ve “Paşa Sancağı” yapıldı. Halep nüfus bakımında her dönemde kalabalık bir kent olmuştur. Nüfusu ağırlık olarak Müslümanlardan oluşan kentte Hristiyan nüfus da bulunmaktaydı.
Tarihin her döneminde gözde kentlerden biri olan Halep bugün Suriye sınırları içerisinde kazanmış olduğu zenginlikleri ve ticaretin merkezi olma özelliğini yitirdi. Sömürgeci devletlerin bombalarının maharetlerinin sergilendiği, yerli rejimin kendi halkına acımasız yüzünü gösterdiği mağdur bir kente dönüştü.
İslam Devleti’nin temelleri Medine’de Hicret ile atıldı. Hilafetin temelinde de İslam dünyasının dini ve dünyevi lideri Hz. Peygamberimizin diğer âleme göç etmesi vardı. İslam devleti ve ümmeti Hz. Peygamber sonrası ilk büyük sınavını Ben-i Saide gölgeliğinde yapılan seçim ile verdi ve bu seçimle Halifelik makamının temelleri de atıldı. Dört Halife Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin yaklaşık 30 yıl süren halifelikleri sonrası, hilafet makamı kendi gerçekliliğinden çıkıp İslam dünyasına Kerbela gibi büyük acıların yaşatıldığı saltanat makamına dönüştürüldü.
Emeviler’de saltanatına dönüşen hilafetin ilk kez Kureyş kabilesinin dışına çıkması Osmanlı Devleti ile gerçekleşti. Osmanlı döneminde de halifelik makamı güçlü ve zayıf dönemlerini yaşadı. 632 yılında başlayan hilafet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1924 yılında kaldırıldı.
Hilafetin en iyi dönemleri kuşkusuz Dört Halife Dönemi’dir. Sonrasında ise Osmanlı dönemi gibi her ne kadar iyi temsil edildiği dönemler söz konusu olsa da hiçbiri 632-661 yılları arasındaki gücüne ve önemine ulaşamamıştır.
Halifelik makamı resmen sona ermiş olsa da İslam toplumlarında halen “Güçlü hükümdar, kurtarıcı, manevi lider” gibi beklentiler ile varlığını korumaktadır. Bugün Halifelik denildiğinde anlaşılması gereken temsil edilen bir makam ve makamı temsil eden bir lider değildir. Halifelik, Hz Peygamber sonrası Dört Halife Döneminde en iyi örneklerinin sergilendiği “adaletle yönetim, mazlumu koruma, Hakk’ı gözetme, birlik sağlama, makamı değil toplumu güçlü kılma” gibi işlevlerin vücut bulduğu ideal bir yönetime öykünme şeklidir. Dünyevi lider olarak Kur’an ve Sünnet’in emrettiği biçimde halkını ve ülkesini dosdoğru yönetmektir.
Suriye’de ölüm kol gezerken, Halep bombalar altındayken, rejim kendi halkına katliam yaparken sadece Halep’te değil, zulmün kol gezdiği tüm coğrafyalarda “Hilafet”; zulme boyun eğmemek, mazluma sahip çıkmak, sığınana kapılarını açmak ve korumak demektir. Yoksa sadece kişiye fayda sağlayan hilafet aşağılık bir saltanattan öteye gitmez.
Suriye bugün insanların katledildiği bize en yakın coğrafyalardan biri ve orada sadece insan değil, şehir de kültür de gelecek de katlediliyor. Hilafet sadece insanı da kurtarmak değildir. Kenti, kültürü, mimariyi, ticareti, geleceği de kurtarmaktır.
O yüzden adalete hizmet eden, İslam’ın çizgisinden çıkmayan ve tüm canlılar adına kaygı duyan ne kadar yönetici varsa hepsi birer halifedir, halifelik için görevlidir. Halifelik Hz. Peygamberin izinden giderken diğer insanları da beraberinde taşımaktır. Kuru makam kavgası, şöhret ve varlık merakı ancak kötü sona hizmettir.
Hakan Göksel / Gazeteci, Yazar
Sayı 157 / Kış 2017