Özellikle 2015 mülteci krizinden sonra, bütün Avrupa mülteci hayaleti(!) ile mücadele ediyor. Bir taraftan Kale Avrupa’sının surları yükselirken, bir taraftan da AB’nin ortak sınır politikası ve Schengen uygulaması ile kalkan sınırlara yeniden tel örgüler çekiliyor.
Üretilen Terör ve Müslüman Algısı
9/11 süreci ile başlayan Batı dünyasında Müslüman göçmenleri “olağan şüpheli” görme hastalığı, “mülteci krizi” sonra-sında Avrupa başkentlerinde patlayan bombalı terör eylemleri ile tam bir paranoyaya dönüştü. Yarım asrı aşkın süredir birlikte yaşadıkları Müslüman komşularına şüphe ile bakmaya başlayan Avrupalıların bu tutumu, hem Müslüman göçmenler, hem de kendileri için günlük hayatı neredeyse çekilmez hale getirmeye başladı. DEAŞ üzerinden oluşturulan “cihatçı, aşırı dinci, terörist” algısı ile sadece Irak ve Suriye coğrafyası değil, bütün bir Müslüman ülkeler ve toplumlar hizaya sokulmak isteniyor.
Geçtiğimiz yıl medyada CIA ve Pentagon tarafından Londra merkezli bir İngiliz PR şirketine DEAŞ’lı kafa kesme görüntüleri üretmesi ve dünyaya yayması için 540 milyon dolar ödediği haberleri yer almıştı. Psikolojik savaş taktiği olarak üretildiği söylenen bu görüntülerle bir taraftan “Müslüman” ve “terör” kavramları zihinlerde birleştiriliyor, diğer taraftan da Irak ve Suriye başta olmak üzere DEAŞ tehdidi altında olan ülkelerde yeni silah ve bombaların denenebilmesi için meşru bir kılıf bulunuyordu. El Kaide ile başlayıp, Taliban ile devam eden “terör örgütü üretme” politikasının son örneği de DEAŞ olarak karşımıza çıktı.
65 Milyon Kişi Yerinden Edildi
Ülkeler arası savaşlardan daha fazla, iç savaşlar ve huzursuzluklar milyonlarca insanı evinden yurdundan ayırmış durumda. 2016 yılında, 65 milyonu aşan yerinden edilmiş kişiler, İkinci dünya savaşından bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. Sadece Suriye’de 5 milyondan fazlası ülkeden ayrılarak mülteci durumuna düşmüş, 11 milyondan fazla yerinden edilmiş kişi var. Milyonlarca insan, sığınacak güvenli bir yurt arıyor. Yüzbinlercesi, ülkeleri, çölleri ve dağları aşarak Akdeniz kıyılarına kadar gelip, güvensiz botlarla, teknelerle Avrupa’ya ulaşabilmek için ölümcül bir yolculuğu göze alıyor. 5 binden fazlası 2016’da olmak üzere 15 bin kişi Akdeniz’den Avrupa’ya geçerken hayatını kaybetti. Bunca ölüm ve kayıplara rağmen insanlar hala yolculuğu göze alabiliyorlarsa, ülkelerinde yaşadıkları zulmün, yokluğun ve yoksulluğun boyutlarını tahmin etmek bile imkânsızlaşıyor.
Avrupa’nın Mülteci Krizi
2015 yılında Avrupa’ya ulaşan 1 milyon mülteci, bütün Avrupa ülkelerinde büyük bir krize yol açtı. Dünya’da onyıllardır süregiden mülteciler ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilere uzaktan bakan Avrupa, artık küçük de olsa ülkelerinden kaçmak zorunda kalan sığınmacılarla yüzleşmek zorunda kaldı. Dünya’daki mülteci yükünün yaklaşık yüzde 90’ını Türkiye, Pakistan, İran, Lübnan, Somali, Sudan gibi Müslüman ülkeler üstlenirken, mülteci stokunun sadece yüzde 5’lik bir kesiminin 28 ülkeden oluşan AB ülkelerine yönelmesi büyük bir krize yol açtı. Dünya medyasının manşetlerinden düşmeyen mülteciler ve Suriyeliler aslında, Türkiye de dahil, ne kadar Avrupa merkezci bir bakış açısı ile gündemi yorumladığımızı da gösteriyor. 28 Avrupa ülkesindeki Suriyeliler’in sayısı 500 bin civarında iken, sadece Türkiye’de bunun 6 katından fazla Suriyeli yaşıyor. Buna rağmen, Avrupalılar kadar krizlerden ve yükselen ırkçılıktan bahsetmiyoruz.
Mültecileri Avrupa’da ne bekliyor?
Avrupa politikacılarının ve toplumlarının mültecilere bakışı bir anlamda Müslümanlara bakışlarının da da bir göstergesi. Çünkü şu anda dünyadaki mültecilerin yüzde 90’ınını Müslümanlar oluşturuyor. Avrupa’ya geçen mültecilerin de yine tamamına yakını Müslüman ülkelerden geliyor. Bu yüzden mültecilere bakışın olumsuzluğu ve bunun yansıması olarak ırkçı saldırılar, aynı zamanda İslam’a ve Müslümanlara bakışın ve algının da bir göstergesi.
9/11 sonrasında Batı toplumunda Müslümanlara karşı olumsuz algıyı besleyen bir kamuoyu ve medya oluştu. Göçmenlerle Müslümanlar, Müslümanlar ile suç, İslam ile terör sürekli birlikte kullanılmaya başlandı. Bu da beraberinde İslam düşmanlığını ve İslamofobi olarak adlandırılan İslam korkusunu getirdi. Özellikle medyanın Müslüman ve göçmenlere yönelik olumsuz yayınları, bazı terör gruplarının doğrudan İslam ve Müslümanlar ile ilişkilendirilerek haberlerin sunulması, mültecilere ve göçmenlere karşı olan ırkçı tutumları artırdı. Göçmen karşıtlığı ile öne çıkan aşırı sağcı, hattı ırkçı partiler, bunun bir yansıması olarak neredeyse bütün AB ülkelerinde yükselişe geçti.
Avrupa’daki ırkçı hareketlerin en belirgin ve etkili göstergelerinden biri olan PEGIDA, “Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” (Almanca: Patriotische Europäer Gegen Islamisierung Des Abendlandes) anlamına geliyor. PEGIDA’yı doğuran ve besleyen nedenleri sadece son birkaç yıldır gelen mülteci akınlarına indirgemek de doğru olmaz. Batı’da son yıllarda iyice görünür hale gelen islamofobi’deki yükselişi anlayabilmek için belki de, Avrupa zihniyetinin tarihi arka planına bakmak gerekiyor. İslamofobik ve ırkçı saldırılardaki hızlı artış güncel gelişmeler kadar, haçlı zihniyetinin de bir uzantısı olarak okunabilir. Bazı AB ülkesi liderlerinin çok açıkça Müslüman mülteci istemediklerini dile getirmesi, Avrupa kültürünün İslam’dan bin kat daha iyi, İslam mücadele edilmesi gereken bir din; Kur’an yasaklanması gereken bir kitap vb. gibi açıklamaları bu okumayı yapmayı kolaylaştıran açıklamalar.
İslamofobiden Xenofobiye
Avrupa’da yaşayan yaklaşık 25 milyon Müslümanı artık daha zor günler bekliyor; aynı zamanda Avrupalılar’ı da. Avrupalı siyasetçilerin ve medya organlarının birlikte yaşamak zorunda oldukları yabancılara ve özellikle Müslüman göçmenlere karşı izledikleri düşmanca ve ırkçı yaklaşımlar aslında kendi toplumlarında da bir paranoya ve korkuya yol açıyor.
Müslümanlardan, göçmenlerden, mültecilerden hayaletten korkar gibi korkuyorlar. Ülkeleri yaşanamaz hale gelenlerin daha güvenli bir yaşam alanı bulabilmek için geldikleri Avrupa ülkeleri aslında çok da güvenli bir ülke olmadıklarını gösterebilmek için kıyasıya mücadele veriyorlar. Müslüman mülteciler, İslamofobiden sonra, Avrupa’da yeni sosyal hastalıkları ortaya çıkarıyor! Yabancı olana karşı korkuyu anlatmakta kullanılan xenofobi, kültürel ırkçılık anlamına gelen xenorrasizm veya İspanya’da ortaya çıkan Mourophobi denen Mağripli korkusu hızlı bir biçimde yayılmaya devam ediyor.
Dünya Küreselleşirken, Avrupa İçe Kapanıyor
Mülteciler ve İslam korkusu Avrupa kültürünün göstergeleri kabul edilen çoğulcu, demokratik ve hoşgörülü politikalarının bir bir terkedilmesine, Avrupa kıtasının içe kapanık, farklılıklara tahammülsüz ve ırkçılığın kol gezdiği bir coğrafyaya dönüştürüyor.
Küreselleşme ile milyarlarca insanın ülkeler arasından kolayca seyahat edebildiği, insanların dünyanın bir ucundan ötekine saatler içinde ulaşabilmesinin mümkün olduğu bir dünyada, zihinlerin Ortaçağ’da kurulu kalması, haç-hilal savaşı arka planından mültecilere ve göçmenlere bakış açısı hayatı güvensiz ve çekilmez bir hale getiriyor.
Madem ki küreselleştik, dünya ya hepimiz için güvenli, ya da hepimiz için güvensiz bir yer olacaktır. Öyleyse hem dünya siyasi aktörleri için, hem de biz bireyler için sonuçlardan çok sebeplere odaklanmak gerekiyor. Daha güzel bir dünya için, mülteci istemeyen ülkelerin, mültecilere değil, mülteciliği doğuran sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmaları en önemli adım olacaktır.
Doç.Dr.Yusuf Adıgüzel / İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Sayı 158 / Bahar 2017