Avrupa Medeniyeti’nin son iki yüzyıl içerisinde Sanayi Devrimi ile beraber elde ettiği ekonomik zenginlik ve kazanç kendilerine güveni artırmış; bunun sonucunda diğer medeniyet ve kültürlere karşı amansız bir hücuma geçmişlerdir. Bu hücumlar her sahada kendini göstermiş, özellikle hedef alınan İslam milletinin değişim ve dönüşümü için her türlü vasıta kullanılmıştır.
Bilimde ve teknikte geri kalan Müslüman aydınlar bu saldırılara karşı koyamamış ve bir aşağılık duygusuna kapılarak Batı özentisi içerisinde hareket etmişlerdir. Bu durumu fırsata çeviren Batılılar ise İslam toplumunu içten içe çürütecek fasid düşünce ve fikirlerini hoyratça empoze etmeye başlamışlar ve maalesef büyük ölçüde başarılı olmuşlardır. Bu hususta almış olduğumuz zararların cephelerde kaybettiklerimizden daha fazla olduğu aşikardır.
İşte bu ahval ve şeraite isyan derecesinde muhalefet eden Osmanlı’nın son dönem münevverlerinden birisi de İsmail Fennî Ertuğrul’dur. Büyük bir ilmi müktesabata sahip olan İsmail Fennî Ertuğrul, maalesef özentisiz terceme eserlerin öne çıkarıldığı Cumhuriyet döneminde yeterince tanıtılamamış ve okunamamıştır. Halbuki eserleri ve düşünceleriyle o, neredeyse tek başına bütün modern Batı felsefesine bayrak açacak niteliktedir. Batı’nın felsefi temellerini ilmî usüllerle tenkit etmiş ve onların tutarsızlıklarını ortaya koymuştur.
İsmail Fennî Ertuğrul dinine son derece bağlı bir düşünce adamı olduğu için karşılaştığı ve içinden çıkmaktan zorlandığı tüm müşkillerde çözümü hep İslam’da aramıştır. Bu yüzden felsefe ve düşünce dünyasının temelini din oluşturur desek, abartı yapmış olmayız.
Ona göre dinen mükellef olmanın aslı akıldır. Dinin, akıldan istifade etmenin önüne herhangi bir engel koymadığını ifade eder. Hakikatın keşfinde aklın rolü dine zarar vermez; bu yüzden sebep ve hikmetleri anlamaya dönük olarak aklın kullanılması yani filozofluk bir nakısa değil erdemdir. Bununla beraber sadece aklı esas alıp vahyi yok saymayı sapıklık kabul eder. Ona göre kaynağı vahiy ve ilham olan bilgi en güvenilir olandır.
İsmail Fennî Ertuğrul vahdet-i vücud düşüncesinin sadık bir savunucusudur. Ona göre varlık, zorunlu ezelî ve ebedî olan Allah’tır ve tektir. Diğer her şey onun sıfatlarının yansımasından ibarettir. Ruhun kemale ermesi insanın olgunlaşmasıyla mümkündür. Vahdet-i vücud düşüncesi bu olgunlaşma sürecinin adeta yol haritasıdır.
Cemiyet hayatının temeli ahlaktır. Ahlak ile toplumsal bütünlük arasında olumlu anlamda önemli bir ilişki vardır. Ahlak ifsad olduğunda fertler arasındaki ilişkiler de ifsad olur, samimiyet ve sevgi ortadan kalkar, der. Dini eleştirmek ve reddetmek üzerine kurulu modern Batı düşüncesinin dini reddederken ahlakî prensibleri de zedeleyip bozduğunu ve bu yüzden Batılı toplum yapılarının temelden sarsıldığını söyleyen İsmail Fennî Ertuğrul, İslam toplumunun Batılı felsefî ekollerin prensiblerine uymasının sonucunun toplumsal birliğini kaybetmek ve parçalanmak olacağını düşünür ve bunu şiddetle nehyeder.
İnsan iradesinin hür olduğunu düşünür ve savunur. Bunu “her kim zerre ağırlığında hayır işlese onu görecek, zerre ağırlığında şer işleyen de onu görecektir.” mealindeki ayetle temellendirir. Hidayet ve küfürde kalmanın insan iradesinin mükellefiyetinde bulunduğunu ve bu dünyada olan biten her şeyin ahirette mutlaka bir karşılığının olacağını ifade eder.
İyi bir Müslüman, Doğu ve Batı bilim mantığını bilen tasavvuf bir mütefekkir olan İsmail Fennî Ertuğrul, yaşadığı dönem içerisinde karşılaştığı materyalist fikir ve akımlara karşı muarız bir tavır almış, meskur fikirlerin Müslüman toplumun ve özellikle de gençlerin zihinlerinin idlal ve ifsad edilmesine karşı son derece reaksiyoner davranmıştır. Bugün bile güncelliğini koruyan eserleri gençliği şüpheye düşürecek sakil fikirler için bir panzehir mesabesindedir.
Zahid Eymen / Yazar
Sayı 158 / Bahar 2017