Avrupa’daki ırkçılık hangi boyutta?
İslamofobi ile Avrupa ırkçılığı arasında doğrudan bir ilişki var diyebilir miyiz?
Avrupa ırkçılığı bundan sonra nasıl seyreder?
Avrupa’da ırkçılığın artık pek çok dini ve etnik azınlıkta insanların maalesef hayatında yer aldığı bir gerçek. Irkçılık ise doğal olarak ayrımcılığa yol açmaktadır. Göçmenler, Afrika kökenliler ve de Romenler ise en çok ırkçılığa maruz kalan gruplardır. Maalesef neo-nazism ve onunla beraber ırkçı söylemler bazı Avrupa ülkelerinde diğerlerine göre daha fazla alıcı bulmaktadır. Diğer yandan, Popülist ve ırkçı partilerin mıknatıs gibi diğer partileri kendi yörüngelerine çektiklerini düşünüyorum. Bu dışlayıcı ve aşırı sağ partilere ait olan söylemler oy artırmak için sol ve merkez partiler tarafından da kullanılarak normalleştirilmiştir. Belki de ırkçılığın en korkunç yönü budur. 2. Dünya harbinden sonra neo-nazizm akınlarına karşı sürekli mücadele eden partilerin bu oyuna yenik düşmesi. Öyle ki toplumun bütün sorunlarının göçmenlerden veya Müslümanlardan kaynaklandığını açıkça söyleyebiliyorlar.
İslamofobi maalesef Avrupa’da oldukça yaygın ve Müslümanlara yönelik önyargıların gitgide arttığını izliyoruz. İslamofobi bazen camii inşaasına karşı çıkmak, camiilere saldırmak, veya direkt Müslümanlara saldırmak gibi şekiller de alıyor. Temmuz 2012’de Avrupa Konseyi insan hakları Komseri Avrupa’da bazı siyasi partilerin Müslüman karşıtı söylemleri sırf siyasi rant sağlamak için kullandıklarını söyledi. Ülkelere göre İslamofobi’nin şiddeti değişiyor. Çek Cumhuriyeti’nde aşırı sağcı partiler genelde Müslümanları hedef gösterirken, Fransa’da sağ ve sol tüm siyasi partilerin İslam karşıtlığı söylemleri kullandığını görmekteyiz. Özellikle Müslüman kadınlar ayrımcılığa ve nefrete en çok maruz kalan grupları oluştuyor. Fransa ve Belçika genelinde, 2015 yılında İslam karşıtı saldırıların yüzde 80’i Müslüman kadınlara yönelik yapıldığı ortaya çıkmıştır. Şiddet unsuru dışında genel olarak iş dünyasında ayrımcılık mağduru olan Müslümanların neredeyse yüzde 90’ı kadınlardan oluşuyor. Öyle ki eşit beceride Müslüman olduğu düşünülen kadınların diğer kadınlara göre iş bulma konusunda 4 kat daha az şanslı oldukları ve başörtülü bir CV bıraktıklarında ise iş bulma şanslarının sıfıra yakın olduğu farklı araştırma kurumları tarafından belirtilmiştir. Avrupa’da Müslüman karşıtı sözlerin ve şiddet başvurusunun çoğunlukla kadınlara yönelik yapıldığını hatırlarsak (yüzde 80), İslamofobi’nin içerisinde kadına yönelik şiddeti ve cinsiyetçiliği barındırdığını söyleyebiliriz. Öyle ki 2004 yılından bu yana, Fransa’da İslam’ı hedefleyen tüm yasal tedbirler sadece Müslüman kadınların özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde sunulmuştur. Belçika’da ise Hükümette olan sağ tandanslı Liberal partinin “Laiklik” adına sunduğu 24 önergenin 18’i başörtü yasaklanmasını doğrudan ilgilendirmektedir. Son günlerde yapılan tartışma ise helal kesimi yasaklamak ile ilgili. Irkçılığın son yıllarda hızla yükselmesinin yanında son yıllarda ayrımcılıkla mücadele politikalarında ise bir gerileme bile gözlemlemek mümkün. İslamofobi, Afrofobi gibi terimler pek çok hükümet tarafından tanınmıyor. Tanımadığınız birşey ile mücadele etmek daha zor.
Diğer yandan, medya ve sosyal medyanın da etkisiyle ırkçı, faşist, islamofobik söylemler gitgide yaygınlaşmaktadır. Üstelik sosyal medyada gerçek dışı haberler bile yaygınlaşmaktadır.
Belçika’da Ayrımcılıkla Mücadele kurumuna yapılan başvuruların yüzde 51’i medya üzerinden yayılan ırkçı veya islamofobik söylemlerden kaynaklanıyor.
Neo-Nazi Anders Breivik Norveç’te 2011’de 77 kişiyi öldürürken terörist ilan edilmedi. Medya dili de bu yüzden önemli aslında. Avrupa’da popülist söylemlerin artması ve siyasetin de sağa kaydığı bir gerçek. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen Avusturya seçimlerinde aşırı sağ parti adayının kıl payı kaybetmesi, Hollandalı Wilders’in gitgide yükselmesi, Marine Le Pen’in favori aday gösterilmesi de popülist konjonktürün etkisidir.
Herkes kendi sorumluluğunu üstlenmeden bu popülist akımın önüne geçmek çok zor.
Söyleşi : Ayla Aydemir
Sayı 158 / Bahar 2017