Çok kullandığımız şu batılaşma sözü bana biraz mânâsız geliyor. Çünkü benim için batı meselâ Roma ise, Paris için aynı şehir doğudur. Onun için batılaşma tâbirini batı medeniyeti zihniyetini benimsemek mânâsına almakta isabet vardır. Biz ise şarkı hor görmek için garplılığı, batılılığı üstün tutmuşuzdur. Tarihte öyle devirler olmuştur ki batı şarkın karşısında sahifelerin kızaracağı kadar rezil durumlara düşmüştür. Yani bir insan kemalini, bir cemiyet yükselişini bence coğrafya terimleriyle ifadede isabet yoktur. Bizim ise batılaşma sözünden anlamak ve anlatmak istediğimiz mefhum: “medeni olmak”tır. Zaten batılının gayri medeni adamları ve düşünceleri olduğu kadar şarklıların da medeni insanları, düşünce ve felsefeleri vardır. Meseleyi ortaya böyle koyunca medeniyetin ilk alâmeti ne olduğunu araştırmak gerekir. O da müsamahakârlık dediğimiz hoş görmedir. Bu hoş görmeyi benimsemeyen adam hangi bahiste ve memlekette olursa olsun “mutaassıp” yani yobazdır. Eskiden “mürteci” dediğimiz şimdiki “gerici” sözü ise tamamen ayrı bir mefhumdur. Buna karşı frenkler “reactionnaire” sözünü kullanırlar. Bizim Meşrutiyetten sonra 31 Mart’ta geçirdiğimiz karışıklık bir “irtica” ihtilâli idi. Bunlar Meşrutiyetten Mutlakiyete doğru geriye gitmek istediklerinden böyle vasıflandırılıyorlardı. Esasen her mevzuda taassup, gayri medenî bir davranıştır. Yalnız din meselelerinde değil. Hitler bir ırkçılık yobazı idi. Alman ırkı bütün insanların en üstünüdür, der ve bunu münakaşa dahi ettirmezdi. Bu ırka mensup olmayanları iğdiş ettirip neslini kurutmaya kadar gitti. Milliyetçilik medeni bir cemiyet için ne kadar lüzumlu ve kıymetli bir unsur ise bu şekilde ifrat da o derece çirkin ve zararlıdır. Bunun zararını en çok Almanlar çektiler. İnsanların birçoğunda dar veya geniş açıda bir taassup vardır. Bunlar şahsa mahsus oldukça Manie=tiryakilik sayılır. Fakat ilim ve fikir sahasına intikal edince ayıp olur; zararlı olur. Denecek şudur ki yobazlık yalnız dinde değil, dinsizlikte, yalnız cehalette değil ilim sahasında da rastlanan gayri medenî bir huydur. Çünkü müsamahasızlıktır. Bu izahı yapmaktan kastımız Türkiye’de ara sıra birbirini yobazlık ve gericilikle suçlandırmakta olan insanlardan hangisi haklı, hangisi haksız olduğunu göstermektir. Bir kere umumiyetle şunu söylemek gerekir ki bir adamın dindar olması, bir Allah’a inanması ne yobazlıktır, ne gericiliktir, ne de gayri medenidir.
Dünya nüfusunun yalnız 40 milyon kadar vahşi ve taş devri yaşayan kısmı müstesna üst tarafı yekûnu birkaç yüz milyonu bulan büyük din kollarına maliktirler. Çünkü din bir içtimaî zarurettir. Bir mahrem zabıtadır. Cemiyetin ahlâkiyatını düzeltmeye yarar. Bunun fena şekilde istismar edilmiş ve aksi netice vermiş olması din müessesesinin değil, insanların kabahatidir. Onun için birisine dindar olduğundan dolayı gerici demek hem abestir hem ayıptır ve mutlak mânâsiyle gayri medenidir. Asıl gericilik budur. Çünkü ilericiliğin ilk şartı serbest vicdan ve serbest fikirdir. Bir dinsiz adamı da bu vicdanî inancından dolayı azarlamak aynı şekilde yobazlıktır. Dünyada sayısı bilinmeyecek kadar dinsiz vardır. Bunların zararları ve faydaları şahıslarına aittir. Başkasına bulaştırmaya kalkınca veya dindar olanlarla alay etmeye yeltenince asıl bunlar birer gerici olurlar.
İnsanlar her yerde ve her zaman tek başına hür, müstakil ve hareketlerinin mes’uliyetlerini kabul etmiş bir “Birim”dir. Din, kanun ve ahlâk yönünden bu bir hakikattir ki; istediğiniz kadar zorlayın; onun bu vasfını elinden alamaz, onu bazı ülkelerde olduğu gibi bir numara haline getiremezsiniz. Her insan yaşamaya yetkili olduğu kadar davranışlarından da sorumludur.
Şimdi bunları söyledikten sonra bir küçük serzeniş yapmak isterim. Fatih’in mezarını açmak için teşebbüsler değil de laf olsun diye şurada burada sohbetler oluyordu. Sebebi de Fatih eceliyle mi öldü, zehirlendi mi? Bunu anlamakmış. Ben buna hafif bir itirazda bulundum. Evvela bu anlaşılırsa ne olur? Ne değişir onu bilmem? Yani tarihin seyrini değiştirecek hangi ilmî hakikat meydana çıkar? İkincisi tam beş yüz sene sonra bir cesedin zehirlenip zehirlenmediğini anlayacak bir ilim var mı? Ve bizde böyle bir âlim var mı?
Daha birkaç sene evvel Fransa’da galiba Marie Besmard adında bir kadının kocalarını mirasını yemek için hep zehirleyerek öldürdüğü iddiasiyle uzunca süren bir dâvası görüldü. Ölülerin mezarlarını açtılar. En büyük mütehassısların verdikleri raporlar birbirini tutmadı… O kadar tutmadı ki mahkeme reisi mütehassıslara âdeta hakaret etti. Bu cesetlerin ise en eskisi bir senelik idi. 500 senelik değil…
Ana açılsa ne olur? Hiç! Hürmetsizlik olur, mânevi bir suç olur. Buna mâni olmak şeriatçılık ve gericiliktir, deniliyor. Münasebeti yok! Hoş görürüm genç arkadaşları… Kabir hakkında İslâm’ın kanaatlerini bilmiyorlar. İslam’da kabir sade “mezar” yani ziyaret edilecek yedir. Başka hiçbir dinî kudsiyeti yoktur. O kadar yoktur ki eskiden bizim mezarlıklarımıza at, inek, koyun bağlar, otlatırlardı… Biz mezarlarımıza hürmeti ancak 20-25 senedir öğrendik. Hattâ mezarlara türbelere fazla hürmet; ibadet şeklini aldığı için İslam dini bunu reddeder… Vaktiyle Vehhabîlerle Türk Müslümanlar arasında hattâ Peygamberin kabrine hürmetsizlik bakımından hâdiseler çıkmıştır. Yani kabre dokunulmazlık diye bir hüküm yoktur. Bu sadece medenî bir vazifedir. Bir hürmet vazifesidir. Mezar taşlarımızın üzerindeki “Fatiha” yazısı da bu ziyaret münasebetiyle zaire bir Kur’an okumak fırsatını hatırlatmak içindir, ama mezarı açmak, tedirgin etmek sadece bizde değil her dinde ve hattâ dinsiz cemiyetlerde hakaret olmasa bile hürmetsizliktir. Bolşevikler “Stalin”in cesedini mezarından ilmî bir sebeple değil ona hakaret ve ölümünden sonra ceza olsun diye çıkarmışlardır. Onun için Fatih’in mezarını açmak dinsizlik değil, hürmetsizliktir. Ve buna da hiçbir ilmî zaruret yoktur. Bu iddiayı ileri sürmenin ise ne şeriatle, ne gericilikle bir alâkası vardır. Aksine olarak böyle bir ihtiram hissini yobazlık saymak müsamahasızlık olur.
Babalarımızın, analarımızın mezarını bir yere nakle bizi zorlasalar memnun mu oluruz? Ölüye ve ölüme karşı ihtiram duymak, medenî insanın ilk vazifesidir. Çok defa adlî bir hakikat aramak için yapılan otopsilerde cesedin yakınları ne kadar müztarip olurlar, bilmez misiniz?
İlerici ve gerici olmak ne demektir bilmem; ama medenî olmak, müsamahalı olmak insanlar için bir kemâl istikametidir.
*Bu yazı ilk olarak 1964 yılı Tohum Dergisi 12.sayıda yayınlanmıştır.
Burhan Felek / Yazar
Sayı 158 / Bahar 2017