ZENCİLERİN İNCİSİ: CİN ALİ *
Bin dokuz yüz yirmi altı yılında vefat eder Japon imparatoru Taişo. Aynı yıl Maarif Teşkilatı Kanunu’nun kabul edilmesi ile hiçbir ilgisi yoktur bu beklenmeyen ölümün. Ayaş’ın Yenikaya Köyü’nde beklenen bir doğum ise Türk Eğitim Sistemi’nde yeni çığırlar açacaktır söz konusu kanunla birlikte. İki doğrunun bir noktada kesişemediği bu topraklarda, Arapça ezanın yasaklanışıyla parmağı hiç acımamış gibi davranan halk, açılan köy enstitüleri ile kutlu günün doğuşundan belli olacağına bir kez daha iman eder.
İşte o sıralar Ayaş Garı’ndan enstitüye doğru okuyup öğretmen olmak üzere yola koyulur bir çocuk, cumhuriyetin henüz pratikte uğrayamadığı köyüne, yıllar sonra geri dönmek için valizinde rejimle.
Her çocuğa olduğu gibi Kaygusuzların Rasim’e de zor gelir enstitü yılları. Ayrılığın acısından, gurbetin sancısından önce, üç numara saçına, gri üniformasına ve demir kaşığa alışması gerekecektir. Açlığa tecrübesi olsa da, çoğu sabah içmek zorunda kalacağı bulgur çorbasını yadırgar uzun bir süre. Ama Muallim Rasim olmanın hayali, müfredattan önce sabrı öğretecektir ona. Sabırdan da önce, Tanrı uludur!
İmamın o talihsiz çeviriyi seslendirdiği sabah saatlerinde başlanır güne. Kahvaltıdan hemen sonra çekilen halay sabah sporu sayılır. Eğitimin yalnızca yüzde ellisi teoriktir. Geri kalanı ise yaparak ve yaşayarak öğrenme üzerine. Teknik eğitim ve zanaat eğitiminin yanı sıra, Ziraat Marşı eşliğinde modern tarım uygulamaları:
“Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine”
Amaç köye çok şey olarak dönmek ise, hem marangoz olunur hem de doktor. Ve çalınmazsa olmaz mandolin. Keman ve akordion çalanlara da rast gelinir. Çünkü imkân yoksa Âşık Veysel vardır saz dersi vermek için.
Enstitü yıllarını dolu dolu geçirir tüm talebeler. Siyasetin fişi çekeceği güne kadar sürecek olan aydınlanmanın gerekli donanımına sahip olurlar zaman içinde. Henüz on sekiz yaşındadır köyüne her şey olarak dönen Rasim. Nice enstitü mezunu gibi görevine başlayıp bir an önce renklendirecektir kurak toprakları. Köylüyü milletin efendisi yapma fikri ne de hoş gelirken kulağa, köylüyü efendinin köleliğinden kurtarma derdindedir
Bu derdin çok sonraları hükümetin başına öreceği çoraplardan habersiz.
Tarımdan elektrik teknisyenliğine, duvar örmekten su tesisatı döşemeye kadar türlü bilgiyi verdiği meslek hayatı boyunca, yine de en çok sevdiği şey okuma yazma öğretimi olacaktır. Tam on yedi yıl boyunca özellikle tercih eder birinci sınıf okutmayı. Teknolojinin kaldığı son nokta olan kara tahta ve tebeşirle yetinmez ama asla. Çözümlü Alfabe isminde bir materyal tasarlar önce, oyunla okuma öğretimini hemen sonra. Resimli ve hareketli fişleri, çarpma ve sayma öğretimini uygular. Mesaisinin çoğunu nasıl daha iyi öğretirim sorusunun cevabına harcayan Rasim Hoca için, imkân yoksa açılır göz.
Yaptığı uygulamaları yeterli bulmaz hiçbir zaman. Şartları hüzünlere konu eder, bahanelere değil. İş içinde eğitim, eğitim içinde üretim ekolünden gelmiştir çünkü o, işten kaçma eğilimine pek rastlanmayan bir dönemde. Eksik olan her neyse, derhal ve behemehâl giderilmelidir bu yüzden.
Bin dokuz yüz altmış sekizde Japonya, Eisaku Sato liderliğinde kalkınmasını sürdürürken tam gaz, ülkemizde düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Çoktan kapanmıştır köy enstitüleri ve Allahuekber’e Allah-u ekber deniliyordur yeniden. Tam da iki doğrunun canı cehennemeyken, Rasim Kaygusuz’un, kalemiyle bir şeyler karalamaya başladığı o teksir kâğıdında, Ali adında bir çocuk ata bakmaya başlar. İşte o bakış, eğitim sisteminde büyük bir düğümün çözücüsü olacaktır kısa bir süre sonra. Yıllardır okumayı söken ama uygun metinler olmadığı için ilerleme gösteremeyen öğrencilerin ilacı, elinde şekillenmektedir Rasim Hoca’nın. Önce ailesiyle paylaşır Ali’yi. Sonra matbaa ile görüşmeler başlar. Ali’nin maceralarından oluşan on ciltlik hikâye seti basılacak ve ülke genelinde dağıtılacaktır. Taslaklara son şeklini verdikten sonra, çizimlerini öğrencisi de olan Selçuk Seymen’e yaptırır. Akılda kalıcılığı artırmak düşüncesiyle matbaacı Ali İpek’in çocukken lakabı olan cin eklenir Ali’nin önüne. Bugün, çocukluğu yetmişlere, seksenlere ve doksanlara denk gelen milyonlarca insan, burnun kâğıt peçete yerine önlük koluna silindiği o yıllarda, gezi gözlem kolunun aslında ne iş yaptığını, eşofmanın doğru yazılışının eşortman olmadığını ve kantinci amcanın tosta kattığı o kaşarları nasıl saydam hale getirmeyi başardığını bir türlü öğrenemediler. Ama hepsi hiç kuşkusuz bildiler Cin Ali ile Berber Fil macerasını. Tanınmış enstitü mezunları dendiğinde ilk akla gelen isimler nedense Fakir Bayburtlar, Talip Apaydınlar idi. Peki ya hepimizin Cin Ali mezunu olduğunu kim inkâr edebilirdi?
Hayata gözlerini yumduğunda Kaygusuzların Rasim, okundukça sevilen, sevildikçe okunan ve Cumhuriyet tarihinin en tanınan karakterlerinden birini bırakacaktı arkasında. İlk korsan baskısı yapılan kitabın Cin Ali serisi olduğu sahaflar çarşısı dedikodularındandır hala. Bugün serinin birinci baskısı ciddi rakamlara alıcı bulmaktadır. Yıllar önce çocuğu okumaya geçtikten sonra Cin Alileri komşunun oğluna veren ebeveynler bilmezler bunu. Normal bir çocuk, önce Cin Ali çizerek başlar resme. Anatomi bilgisine girişin ilk safhasıdır bu çizim. Toplumda çöp adam olarak da anılan ve çiziminin çok kolay olduğu sanılan Cin Ali resimlerine dikkatlice bakıldığında, iskelet sisteminin vücut hareketlerine göre özenle şekillendirildiği görülebilir. Hakkari’nin Taşdelen Köyü’ne yapılan terör saldırısından sonra, yirmi yedi şubat bin dokuz yüz seksen yedide Cumhuriyet gazetesine haber olan köy çocukları, o vakte kadar hiç Türk televizyonu izlemediklerini, sadece Irak televizyonlarından Körfez Savaşı’na baktıklarını ve Cin Ali okuduklarını söylerler. Yani orda bir Cin Ali de vardır uzakta.
Doksanların ortasında renklendirilerek yeniden çizilen Cin Ali kitapları, iki bin beş yılında eğitim sisteminin değişmesiyle gözden düşürülür. Yeni eğitim anlayışında Cin Ali’ye yer yoktur artık. Okumayı alfabetik sırayı esas alarak değil de ses gruplarına göre öğrenen yeni nesil çocuklar, ilk önce Ela’yı sonra Talat’ı tanımaktadır son on yıldır. Ali atını alıp uzaklara gitmek durumunda kalmıştır bir süre.
İki bin on üçte Kaygusuz ailesinin sahip çıkmasıyla, Cin Ali Yayınları tarafından yeni basımları yapılan seri, okuyucularını beklemektedir raflarda. Tıpkı ilk baskısı gibi özgün haliyle sunulmuştur piyasaya. Öğretmenin vurduğu yerde soruşturmanın başladığı yıllarda bugün, şiddetin gül bitirmediğinin son derece farkında, cin olmadan Ali çarpan eğitim sistemine inat, bulgur çorbasının da hakkını gözetmek suretiyle, gidip bir Cin Ali serisi edinmek gerekir en yakın kitapçıdan. Böylece yetişkinler, bir dönemin efsane ruhuna hayat öpücüğü olacakken, küçükler tabletlerini bir kenara bırakıp Ali’nin baktığı yöne çevirecekler kafalarını.
RIFAT EROĞLU / Yazar
Sayı 159 / Sonbahar 2017