TÜRKİYE’DE DERGİCİLİK
1800’lü yılların ikinci yarısında başlayan dergicilik serüvenimizin temel taşını edebiyat dergileri oluşturuyor. Sadece İstanbul’da neşrolan edebiyat dergilerinin sayısı bütün Avrupa’dan daha fazla sayıda. Edebiyat dergileri, toplumun dinamiğini oluşturuyor.
Gazetelerin düşen tirajları karşısında edebiyat dergileri son yıllarda büyük bir ivme kazandı. Biz de Tohum olarak edebiyat dergilerinin gidişatına dair görüşlere başvurduk.
HAYRİYE ÜNAL
(HECE DERGİSİ)
son dönemde dergicilik eski önemini kaybetmiş gibi duruyor. Dergiler nitelikli okur yazar takımını birbirinden haberdar da kılan bir mahfil idi. Bugün dergiler artık bu işlevini internete bıraktı, dergi için artık üstün nitelikli içerik üretmek daha önemli. 20 yaşında köklü, muteber bir edebiyat dergisini, Hece’yi her ay rafa vaktinde yetiştirmekle sorumluyum. Dergiyi oluştururken önceliğim daima okurun düzeyinden bağımsız bir şekilde üstün niteliği yakalamak, âdeta bir eser üretmek. Maalesef bunun kıymetini idrak edecek edebiyat çevrelerinden bir süredir mahrumuz. Genele bakınca edebiyat dergilerini yetersiz buluyorum. Görsel olarak zayıflık genel bir sorun olarak göze çarpıyor. İşlenen temalarda muhafazakârlaşma eğilimi var, bunu sağlıklı bulmuyorum. Çoğunlukla editoryal retrospektif yetersizliği göze çarpıyor. Bir başka deyişle son on yılı bile taramadan dergicilik yapılıyor. Daha önce yapılmış işlerin “üzerine koyan” değil, gerisinde işler yapılıyor. Eleştiri denebilecek dört başı mamur metinlere dergilerde çok az rastlıyoruz. Bu dört kusur, ciddi eksiklikler.
SERAP KADIOĞLU
(ŞİAR DERGİSİ)
Bugün halkçılık kavramıyla alakası kalmayan popülizm, kültürel fast-food ürünlerine talip olacak ortalama okuru bilinçli bir şekilde hazırladı. Elbette bu popüler kültür, mevcut iradesine siyasi çevre, para ve sistem üçlüsünün kendisini yaratması ve beslemesiyle sahip oldu. Birkaç samimi dergiyi hariç tutarak; yazıları değil yazarları satan, Facebook’ta bilmem kimden aparma bir sözü Aşık Veysel’e yamayan, arabeskçiyi- rock’çıyı, yandaşı-muhalifi, dar- beciyi-demokratı, dindarı-dinsizi bir dergide toplayıp kokteyl yaparak ‘müşteri’ avına çıkan, poster için veya kalemin şehvetine kapılan bir yazarın haricindeki sayfaları okumadan trende ayak uydurarak instagram’da fotoğraf paylaşmak için alınan, gazetesinde Başbakan’a sürmanşetten dalkavukluk yaparken dergisinin kapağına taşıdığı isimlerle sağlam solculuk oynayarak çokseslilik adı altında ikiyüzlülük yapan ve sığ edebiyatla okuyucusu alıklaşmış bir topluma bunları kolayca yediren dergiler ülkemizde en çok satan dergilerken Türkiye’de dergiciliğin ne durumda olduğu ile alakalı söylenecek çok şey yok sanırım. Burada Cemil Meriç’in “Dergiler bir şehrin iç sokakları gibi mahrem, samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi.” sözüne katılan biri olarak bugünkü dergicilik tablosunun devrin sosyolojisini fevkalade iyi resmettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Maalesef günümüz toplumunda hâkim anlayış, dergilerde olduğu gibi kapitalizm, post modernizm ve siyasi iktidarla şekilleniyor. Bunların yanında kimlik sahibi, çoksesliliği onurlu bir şekilde çatısında toplayan mütevazı ve nitelikli dergiler de var elbette. Fakat ‘trend’e ayak uydurmayarak irtifası düşük metinlerden uzak durup nitelikli okuyucuya hitap etme gayretinde olan bu dergiler, maalesef tirajları cüzi rakamlarla sınırlı kaldığından yayın hayatına devam edebilme noktasında büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Bazı dergilerse yarına aktaracak bir şey ortaya koymadan sayıyı kurtarma amacı güdüp depo dergisi olmaktan öteye geçemiyorlar. Şiar dergisi bu bağlamda ürünleriyle, duruşuyla, gençliğe şuur verebilecek edebiyat anlayışıyla ‘çok satma değil çok okunma’ amacı güderek nitelikli okura ulaşma çabası içinde olan bir dergidir. Kendisinden önceki dergiler gibi sekeratı ne zaman yaşayacağını bilmeden ama yazdıklarının hesabını verme sorumluluğunu unutmadan mütevazı adımlarla hayatına devam etmektedir. Ticari metasıyla ‘müşteri’sini zehirleyen değil okuruna değer katma gayretinde olan dergilerin uzun soluklu olmasını dilerim. Belki söyleyecek çok şey daha var ama ben yine de buraya üç nokta koymayacağım. (Birkaç paragraflık yazıyı bir paragraf olarak şekillendirmek suretiyle yaptığım bu editöryal kusurun hesabını Bülent Parlak’a sorun.)
YUNUS VARLIK
(HANGÂH DERGİSİ)
Ülkemiz dergiciliğinde öncelikle eleştirilecek olan yan hiç şüphesiz istikrarsızlıktır. Her biri yeni bir umudun, yeni bir heyecanın ürünü olarak ortaya çıkan bu dergiler ne yazık ki pek uzun soluklu olamıyor. Temel neden dergilerin ilk çıkıştaki gayeleri olsa gerek.
Köklü bir temelden beslenmeyen dergilerin, söylenecek fazla bir sözlerinin olmadığını ve kalıcı bir hâle gelemeden kendilerini yok olmanın eşiğinde bulduklarını gözlemleyebiliyoruz. Bir diğer neden ise ilk çıkıştaki ruhun ve heyecanın yitirilmesidir. Toplum olarak ihtiyaç listemizin en alt sıralarında bulunan; gazete, kitap ve dergilerin sırtını bir kurum, banka veya cemaate yaslamadan ayakta kalabilmesi bir hayli zor görünüyor. Bu destekle çıkan dergiler ise “hür tefekkürün kalesi” olamazlar. Bizler Hangâh dergisi ekibi olarak daima ilk günkü aşk ve heyecan ile hiçbir kurum, kuruluş veya vakfın gölgesi altında bulunmadan yayın hayatımızı devam ettirmeyi şiar edindik. Hangâh dergisi var olduğu sürece popülariteye sahip olunmadan da bir mücadelenin sürdürülebileceğinin azmini içinde taşıyacaktır.
BÜLENT ÖZDAMAN
(AYASOFYA DERGİSİ/KÜLTÜR-SANAT EDİTÖRÜ)
Türkiye’de dergicilik denildiği zaman bence ekran, internet buna bağlı olarak da sosyal medya kilit taşı konumunda bir meseledir. Mağaralara resimler yapan, taş tabletlere yazılar yazan insan, gün geldi kağıda nakış nakış meramını işlemeye başladı. Şimdiyse ekran var, görüntüler var, internet ve sosyal medya var. Üç dört yıl önce herkes bir telaş içinde ekranın, internetin kağıdı yok edeceğini düşünüyordu. Bilakis internet ve ekran matbuatı yani; dergi ve kitapları beslemeye başladı.
Bizler de Ayasofya Dergisi olarak üç yıldır çıktığımız günden beri matbu olarak devam ediyoruz ancak ekranı da interneti de yadsımamaya çalışıyoruz. Temel yayın ilkelerimizi koruyarak bunu daha da geliştirmeyi düşünüyoruz. Herkesin malumudur ki; geçmişte dergilerin çıkacağı günlerde müdavimlerinin tren istasyonlarında heyecanla bekleştikleri, dergiyi alır almaz sıcağı sıcağına okuyup tartıştıkları yegâne fikir, eylem araçları artık kaybolmaya yüz tuttu yahut bu kadar gürültülü ve kalabalık bir ortamda ister istemez kendini gizledi. Ama yine de dergicilik bir heyecan işi, direnç işi olarak devam ediyor; bu da hayal, fikir, inanç, azim, aksiyon gerektiriyor. Biraz da deli olmanız lazım. Çünkü dünyanın bütün bu hengâmesinde, gürültüsünde kağıt, kalem, mürekkep, matbaa kokusuyla; zamana, dünyaya ve insanlara ve dahi kendinize direnir halde buluverirsiniz kendinizi. Nuri Pakdil’in de incelikle saptadığı gibi: ‘’İnsan, seni savunuyorum sana karşı.’’ sözünün yeşerdiğini görürsünüz dergi sayfalarında. Bu halde dergicilik tabii ki gençliğe ve gençlere yakışıyor. Gençlerin de pek parası olmaz, birkaç sayıya yeter ancak. Olsun, başka gençler çıkar, bayrağı devralır. Söyleyecek sözü olan, okuyan, düşünen, yazan bir gençlik gelir; bunca gürültünün arasında kısık sesli de olsa hikmetin, ilmin, irfanın, medeniyetin, edebiyatın, şiirin, kültürün ve sanatın sözcülüğünü yapar.
TURGAY BAKIRTAŞ
(GERÇEK HAYAT)
Türkiye’de dergicilik eskiden beri çok canlı ve bereketli bir sektör. Dijital çağın bu canlılığa darbe vuracağı tahmini çokça dile getirilmesine ve sosyal medya enstrümanları giderek çoğalmasına rağmen dergicilikte bir geriye gidiş, bir “yok oluş” görmüyorum. Aksine, bazı alanlarda hiç olmadığı kadar zenginlik var. Nicelikle nitelik arasında bir doğru orantı yok elbette, fakat göze batan bir ters orantı olduğu da söylenemez. Ancak türler arasında bir dengesizlik var. Örneğin popüler edebiyat içerikli aylık dergilerin sayısı çok fazla olmasına karşın Gerçek Hayat gibi ikinci bir haftalık haber dergisi yok. Bir alanda en iyi olmanın getirdiği “rakipsizlik” güzel olsa da alanında başka bir yayın olmadığı için rakipsiz olmak güzel değil. Gerçek Hayat’ın yayına başladığı 2000 yılında aynı kulvarda koşan çok sayıda dergi vardı, bu da “yeni ve farklı bir şeyler yapma” motivasyonunu tetikleyerek dergicilik tarihinin en orjinal işlerinden birinin ortaya çıkışına yardım etmişti. Bugün bu durum edebiyat, gezi, tarih ve çocuk dergileri için halen geçerli olmasına rağmen haber dergiciliği kulvarında ciddi bir eksiklik var. Yakın zamanda bunun değişeceğini bekliyor ve umuyorum.
MAHMUT BIYIKLI
(TYB İSTANBUL ŞUBESİ BAŞKANI)
Batı’da yüz yıldan fazla zamandır çıkan dergiler var. Bizim şu anda en uzun ömürlü dergimiz 85-86 yıldır çıkan Varlık Dergisi’dir. Türkiye kapanmış dergiler mezarlığı. Büyük iddialarla çıkan ikinci sayısını göremeden kapanan binlerce dergi var. Üstad Cemil Meriç’i burada hatırlamakta fayda var. Ne diyordu Meriç, ‘Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok’ Edebiyat dergileri, o ülkenin edebiyatının geleceğidir. Edebiyat tarihi, dergiler üzerinden yazılır. Bütün olumsuzluklara rağmen her dergi mutlaka bu ülkenin kültür, sanat, edebiyat, düşünce kodlarına dair bir gelenek oluşturmak amacı ile çıkmalı ve bu geleneğe katkıda bulunmaya sonuna kadar gayret etmelidir. Edebiyat Dergileri sorunları sadece dışarıda görmemeli kendi içlerinde özeleştiri yapmalı. Hayattan kopuk ürünler yayınlamaktan da artık vazgeçmeli. İçinde yaşadığımız toplum büyük acılar yaşarken, önemli kırılmalar olurken bunları yok sayıp soyut metinler üretmek anlamlı bir çaba değil. Hayat sanattan, sanat edebiyattan, edebiyat medeniyetten ayrı düşünülemez. Etrafımızda yangın varken, coğrafyamız kan gölüne dönmüşken bizim şiir fantezileri üzerine teorik laflar etmemiz anlamlı olmaz.
ŞEREF AKBABA
(AY VAKTİ)
İnsanlığa teklifi “oku” olan bir medeniyetin çocuklarıyız. Muhammed Mustafa (a.s) bu emirle muhatap olduğuna göre, biz haydi haydi muhatabız. Okumak insanın ruh zenginliğidir. Bilgi toplumu diyoruz, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu diyoruz. Biri insan, biri hayvan ayırımını da okumakla yapıyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken şey şu; eskiden olduğu gibi kitaba bilgiye zor ulaşmıyor toplumlar. Köyde kasabada herkesin toplanıp okuduğu tek kitap yok. Hasılı kaynak, kitap çok.. Elektronik kitap bile çıktı, internette seçkin metinler var. Popüler kitapları da katarak söylüyorum, nitelikli okumalar yapmak lazım. Çağımız; nitelikli insan, nitelikli okur, nitelikli okul, nitelikli yaşam çağıdır. Zamanı ve gözlerimizi hor kullanmayacağız, nitelikli okumalar yapacağız. Diploma insan hayatında birkaç tane, okuma eylemi devamlı olmalıdır. Diplomalı okumazlar sınıfında yer almamalıyız. İşte tam burada insanla kitap arasında bir köprü var, dergi… Okuldur elbette, okur için mekteptir. Yazan için de hakeza. Ben oldum delisi olmayan, dergilere sanatı, yazısı, olması için değil de, zihninde kurguladıklarıyla gidenler, aradıklarını bulamaz, giderler. Günümüzde daha çok imkanı olan magazinle her söylenene yorum, öyle değil böyle ile uğraşırlar. Bunların yerine fikri tartışmalar, özlü eleştiriler, sanat mahreçli ürünler almalı, yetenekler harcanmamalıdır.
ALİ AYÇİL
(DERGAH DERGİSİ)
Dergicilik Avrupa’da 17. bizde ise 19. yüzyılda başladı. İlk dergilerimiz mesleki dergilerdi, tıp, ekseri konular vb. Ancak 1850’li yıllardan itibaren dergilerde bir sivilleşme, edebiyattan siyasete, düşünceden aktüaliteye, dini yayınlardan çocuk ve kadın yayıncılığına geniş bir yelpazeye yayıldı. Servet-i Fünun bir edebiyat dergisiydi mesela, Mümeyyiz bir çocuk dergisi. Cumhuriyete geçiş döneminde ve sonrasında da bu çeşitlilik devam etti. Dergah, Varlık gibi edebiyat ve düşünceyi, Hareket gibi özellikle düşünceyi, Hayat gibi günlük hayatı ve aktüaliteyi, Kadro gibi rejim ideolojisini merkeze alan dergiler çıktı. Türkiye’de siyasal, düşünsel, aktüel ve edebi hayatın ya da dünya görüşlerinin hepsinin bir dergisi mutlaka olmuştur. Dergiler, Türkiye tarihinin birer tanığı durumundadır. Eskisi kadar sıhhatli olmasa da, dergilerin mektebilikleri devam ediyor. Bir dergide görünmek bir gazetede blogda ya da televizyonda görünmekten çok daha değerli. Genç kalemler bunu bildikleri için, bir dergide metin yayınlamayı önemserler. Ancak dergiler düşünce dünyasındaki ağırlıklarını 1950’lerden itibaren peyder pey kaybetmeye başladılar. Önce basının İkitelli’yi yurt tutması, ardından televizyonun yaygınlaşması ve nihayet sosyal medya dergileri zayıflattı. Meseleler günü birlik tartışılıyor daha çok. Yine de acımasız olmayalım; hala meselelerini dergi yapraklarında tartışan bir kesim de varlığını sürdürüyor. Ama onlar bile görünür olmak için öteki enstümanlara muhtaç durumdalar.
FURKAN ÇALIŞKAN
(İTİBAR)
Dergi nedir ve ne işe yararın görkemli örnekleri var. Buradan başlamak lazım. Mesela toplumumuza derinden etki eden bir derginin hikâyesinden bahsedebiliriz. Hep birlikte 2. Dünya Savaşı’nın yaşandığı yılları düşünelim. Şu an Halep’te gördüğümüz görüntüler, Avrupa’nın pek çok kentinde yaşanıyordu. Rönesans’tan beri süregelen büyük Avrupa ideali çöküyor mu diye dönemin aydınları bunalım içerisindeydi. Türkiye, o zaman ayakta kalmaya çalışan bir ülkeydi. Bu ortamda 1945 yılında dergi çıkartmaya başlayan Necip Fazıl Kısakürek, 35 yıl boyunca bunun bütün meşakkatlerini yaşadı. O zamanlar her hafta Çarşamba günü adliyede basın duruşmalarına bakılırmış. İnsanlar Necip Fazıl’ı dinleyebilmek için mahkeme salonlarını doldururmuş. Ünlü bir dergi olmasına rağmen Büyük Doğu, ne kadar satmış olabilir ki? Fakat o vakte kadar değerleri horlanan insanlarda onun sayesinde bir özgüven oluştu. Bugün bizler bu özgüvenin çocuklarıyız.
Soruşturma/Türkiye’de Dergicilik
Sayı 159 / Sonbahar 2017