FİLİSTİN’İN KADIN MUHAFIZI: FEVZİYE SUDKİ CABİR
Elinde şemsiye, kuru bir sandalyede tek başına baş- kaldırıyor, toprağına sahip çıkıyor yorgun lakin vakur bir kadın.
Kudüs’ün eteğinde çiçekler toplayan, tanklara taş atan çocuklar büyütmüştü bu yuvada, saçına aklar, yüzüne çizgiler yerleşmeden önce.
O bir muhafız. Evini, hatıralarını, dününü, yarınını sinesinde tuttuğu umutla, inançla koruyan.
Dünyanın pek çok yerinde, analar mutfakta çorba karıştırır. Kimi keyifle şarkı mırıldanır, kimi radyodan yayılan melodiye eşlik eder. Kimi kızına çeyiz, kimi oğluna gelin düşler tencere başında. Bir tahta kaşığın şarkısı doldurur köşe bucağı. Akşam sofraları buluşma vakti. İşten gelecek baba, okuldan gelecek çocuk, çarşıda zamanın nasıl geçtiğini anlamayan, geç kaldığı için tedirgin olan gençler için…
Bazı coğrafyalar bu dünyaya dâhil değil midir bilemem. O diyarlarda mutfaklar da farklı, analar da, dilden dökülen şarkılar da, telaşlar da…
O anaların telaşı, eve geç kalan çocuğa, babasının çıkışacak olması değildir mesela. Ya da çocukların sevmediği yemekleri, iştahsız çocuğuna nasıl yemek yedireceğini, nazını düşünmez, düşünemez.
Baba, eve sağ salim gelecek mi? Bugün de tüm evlatları birlikte oturabilecekler mi sofraya? Sokak başında yoktan bir sebeple tutuklanmış mıdır? Vurulmuş mudur ailenin bir ferdi?
Tüm hane halkı eşikten içeri adım atıncaya kadar, eli göğsünde, dilinde dua ile gözleri yoldadır onların. Mazlum coğrafyaların yüreği yanık, ciğeri delik deşik anaları… Onların derdi, bir gece daha sağ görebilmektir yuvanın kuşlarını.
Benzemez dertleri başkalarına. Çünkü Filistin’de kadın olmak, ana olmak yazılmıştır bahtlarına.
Bir gece vakti evi basılıp yakılabilir onların. Tüm dünya seyre durur sonra. Ya da cılız bir sesle birkaç üzüntü, iyi dilek temennisi duyulur hayal meyal. Ve o ana, yine tek başına ocağının külünden yuva kurmaya çalışır. Çünkü Filistin’de ana olmak yazılmıştır bahtına!
Düşmek nedir bilmez, yorulur fakat durmaz, çok can emanet eder toprağa ama yıkılmaz. Bir selam, bir nazar; dize takat. Cesaret yüreğine, fer gözlerine! ‘Ey boynunu yetim, öksüz gibi düşüren, kalk. Mescid-i Aksa teselli sana’ diye bir ses gelir kulağına. Kalk!
Kalkar Filistinli kadın. Parmağını sallayarak yürür silahlı, tanklı zalimin üstüne. Korkmak ar gelir.
Çünkü onun saçları, özgürlük, direniş marşlarıyla örüldü. Ana düşerse, bittim derse biterdi! Ezber etti daha beşikteyken. Çünkü onun anası, ninni diye Kudüs’ü fısıldamıştı kulağına. Kundakta bellemişti, Kudüs emanet! Ağır, zor fakat şerefli bir görevdi doğmamış çocukların omuzlarında.
Filistin’de analar pazarlarda vurulur. Analar toprak olur, toprak ana olur yine emanete sahip çıkacak çocuklar doğurur. O anaları tek tek tanıma, okuma görme imkânımız yok belki lakin biliriz ki biri bini gibi, bini biri gibi. Aynı yazı, aynı çile, aynı şeref, aynı onur…
Bu analar arasında öyle bir isim var ki, Kudüs’ün kadın muhafızı diye anılır. Fevziye Cabir. Direnişin sembol kadınları arasındadır. Yıllardır devam eden baskılara, yıldırma politikalarına boyun eğmez. Dişi bir aslan gibi yurduna sahip çıkar. Çocukluğunu, gençliğini bu uğurda feda etmiş olsa da umudunu, inancını kaybetmemiş, hakkını aramak- tan vazgeçmemiş Fevziye Cabir’den, öyküsünden bahsetmek istiyorum. O da Filistin’de bir kadın. Onun da kaderi çok farklı değildir diğer analardan. Binlerce kadın gibi her gün, her an, her yerde direnerek yürüdü yolları. Tam 65 yıl… Onu, Kudüs’ün kadın muhafızı olarak duymamızın, tanımamızın sebebiyse 2008 yılında evinin İsrail tarafından yıkılması ve tüm imkânsızlıklara, adaletsizliklere rağmen başlayan direniş öyküsüdür. Mescid-i Aksa’yı çevreleyen beş Müslüman Mahallesi vardır. Fevziye Cabir’in evi bu mahallelerde yer alan 8 bin evden biri. Mahallelerin konumları çok önemli, dolayısıyla Müslümanların elinden almak ve Siyonistlerin yerleşim yeri olarak yeniden inşa etmek için el koyar İsrail. Çeşitli hukuksuzluklara, sahte belgelere, tehditlere başvuran İsrail, evini vermek istemeyen Müslümanlara eziyet ederek onları o topraklardan kazımak, yok etmek istiyor. Gayri resmi uygulamalar, baskılar, yüklü miktarda para teklifleri… Her şeye rağmen evini, toprağını terk etmeyenler, direnenler Kudüs’e, Filistin’e sahip çıkanlar akıl almaz zulümlere maruz kalmaya devam ediyor.
Bir gece vakti yüzlerce İsrail askeri, mahalleyi kuşatıp direnen insanların evlerine baskın yaparak onları sokağa atar. Bu evlerden biri de Fevziye Hanımın evidir. İki yaşlı insanın yaşadığı eve tam 50 İsrail askeri girer ve onları diğer yüzlerce insan gibi sokağa atarlar.
Kocası hasta, üstelik tekerlekli sandalyededir. Zalimlerin bu muamelesine yaşlı kalp dayanamaz. Arbede sırasında kalp krizi geçirir kocası. Ne müdahale edilmesine ne hastaneye götürülmesine müsaade ederler. Her şeylerine, kocasının ilaçları dâhil olmak üzere her şeylerine el koyar İsrail. Mahalleyi tamamen kontrol altına aldıktan sonra bırakırlar onları sokak ortasında. Çocukları hastaneye yetiştirirler babalarını. Hastanede de kriz geçirir kocası üzüntüden.
Fevziye Hanım, evine sokulmaz bir daha ve sonra yıkılır evi mahalledeki diğer evler gibi. Pes etmez ruhuna direniş nakşedilmiş kadın. Evinin yakınına çadır diker. O toprak onundu ve asla vazgeçmeyecekti! Kocası hastaneden çıkınca bu çadıra getirir. Fakat yine kriz geçirir kocası. Bir hafta içinde üç krize dayanamaz yaşlı, onca zülüm, onca ölüm, onca yangın görmüş yorgun kalp… Binlerce Filistinli kadın gibi o da artık yalnızdı, mücadelesine tek başına devam edecekti.
Ayla Aydemir / Yazar , Şair
Sayı 159 / Sonbahar 2017