“İnsan kimdir ?” sorusuna ne güzel cevap verir Şeyh Galip,
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
İnsan Allahın en güzel surette yarattığı, yaratılmışlara üstün kıldığı, dünyayı onun emrine verdiği, muhatap alıp kitap ve peygamber gönderdiği kıymetli varlık.
İnsan, her türlü kabiliyet ve duygularla, iç ve dış organlarla bezenmiş, beyin gibi bir idare merkezi ve akıl gibi bir nimet ile donatılmış eşref-i mahlukat. İnsan, ana rahminde ceninken bile, hakları ve mahremiyeti bizzat Allah Teala tarafından korunan. İnsan, hayatı gibi ölüsü de, cenazesi de, mezarı da, geride bıraktığı hatırası ve vasiyeti de saygıdeğer. Ta ki topraktan başlayan yaratılış serüveni, eşi ile tamamlanan insanoğlu dünyaya gönderiliş hikâyeleri ile birlikte her zaman, gönderilen ilahi kitapların merkezinde olmuş ve vahyin muhatabı olmuştur. O vahiy ki fıtratını korumayı ve en güzele ulaşmayı hedef göstermiş ve nihai noktada ulaşacağı rıza-i ilahinin müjdesini vermiştir.
Kuran-ı Kerim’e baktığımızda ilk ayetlerden itibaren insanın fıtratını korumayı hedefleyen yüce Allah aynı zamanda bu mükerrem varlığın haklarını korumaya yönelik tedbirler almıştır.
İnsanın aklını, canını, malını, namusunu, neslini muhafaza edecek emirlerde bulunmuştur. Bunlar her insan için temel haklardır. Çiğnemeyecek, çiğnetmeyecek ki huzur olsun, selamet olsun. Aksi durumda kaos olur, kargaşa olur, huzursuzluk olur.
İnsanın temel hakkı sayılan bu maddelere kısaca değinecek olursak.
AKLIN KORUNMASI
İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan en önemli vasfıdır akıl. İnsanın sorumluluğunun göstergesidir akıl. Aklı olmayan sorumlu da değildir. Nitekim insanın mükellef olmasının şartlarından birisi de akıl baliğ olması değil midir? Allah’ı akıl sayesinde bilir, ilmi akıl sayesinde öğrenir. Kulluk bilinci akıl ile fark edilir. Kuran-ı Kerim’de Allah Teala insanın bu yönüne pek çok vurgu yapmış ve “Ey akıl sahipleri, akledin, düşünün, aklınızı kullanın” şeklinde hitaplarla aklın önemini bizlere hatırlatmıştır. En kıymetli cevheri olan aklı, ifsat eden, devre dışı bırakan, her türlü yiyecek, içecek ve fiil yasaklanmıştır insanoğluna. İçkinin, uyuşturucunun haram olması hem sağlığa verdiği zarar hem de aklı devre dışı bırakan özelliğinin oluşundan değil midir? Zira bugün içkinin, uyuşturucunun insanı ne hale getirdiğine hepimiz şahit
olmaktayız.
DİNİN KORUNMASI
Allah İnsanı kendini, rabbini, çevresini tanıyacak özelliklerde yaratmıştır. Bununla birlikte insana verdiği iradeyle de kendi tercihlerini seçme imkanı tanımıştır. Gören, duyan, tanıyan, bilen, anlayan, akleden ve karar veren insan ya kendisine rehber olarak gönderilen Kitab’a ve Peygambere tabi olur ya da bunun dışında kendince bir yol tutar.
Tercih insana bırakılmıştır. Aksi takdirde, akleden bir varlık değil, melek olurdu insan. Dolayısıyla seçtiği yol, kişinin kendi yoludur. Anlatılır, izah edilir, öğretilir, örnek olunur ama asla zorlanmaz.
Zira dinin sahibi bize der ki:
“Dinde zorlama yoktur.”
MALIN KORUNMASI
Dünya hayatında asgari ihtiyaçlarını giderebilmesi ve insanlık onuruna yakışır bir hayat yaşaması için gerekli olan malı kazanması da insanın sorumluluğundadır. Hadislerde belirtildiği üzere dokunulmazdır ve İslâm’ın koruması altındadır. Bir gün Hz. Peygamber’e gelen bir adam, “Yâ Resûlallah! Malımı zorla almak isteyen birine karşı ne yapmalıyım?” diye sorar.
Allah Resûlü, “Ona Allah’ı hatırlat!” cevabını verir. Adam tekrar sorar: “Ya buna aldırmazsa!” “Yakınındaki Müslümanlardan yardım iste!” der, Allah Resûlü. Adam soru sormaya devam ettikçe aralarında şöyle bir diyalog gelişir: Adam: “Peki, çevremde kimse yoksa!” Resûlullah: “Ona karşı yetkililerden yardım iste!” Adam: “Peki yetkililerin müdahale imkânı yoksa!” Resûlullah: “O zaman malını korumak için mücadele et; ya âhiret şehitlerinden olursun veya malını kurtarırsın.” buyurmuşlardır. Bununla birlikte insana kendi malı dahi olsa zail etmeyi, başkalarının mallarına göz dikmeyi, çalmayı, gasbetmeyi de büyük günah olarak görmüştür İslam.
NESLİN KORUNMA ALTINA ALINMASI
Bütün canlıları eşiyle birlikte yaratan Allah Teala insanı da eşiyle birlikte yaratmış, varlık sahnesinde her ikisini de muhatap almıştır. “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeliyle vereceğiz.” buyuran yüce Rabbimiz kadınıyla erkeğiyle dünya hayatını birlikte imar etme göreviyle sorumlu tutmuştur. İnsan neslinin devamı için de sağlıklı ve helal olan nikâhı aile hayatı için gerekli kılmıştır. Evlenme, çocuk sahibi olma ve neslin devamını sağlama insan için huzurun da bir gerekliliği olarak emredilmiştir. Bu öneme binaen neslin sağlıklı bir şekilde devamına engel olacak, zarar verecek her türlü uygulama da haram olarak bildirilmiştir.
HAYATIN KORUNMA ALTINA ALINMASI
İnsanın aklını, dinini, malını, neslini koruyabilmesi içinde sahip olması gereken şeylerden birisi de hayatın korunmasıdır. Her can taşıyan varlığa hürmet gösteren dinimiz söz konusu, mükerrem varlık olan insan olunca,
hayatının korunması hususunda daha da büyük bir titizlik göstermiştir.. Kur’an-ı Kerim’de haksız yere bir cana kıymanın bütün insanlığı öldürmüş gibi ağır bir suç olduğu ve bir insanın hayatını kurtarmanın da bütün insanları kurtarma gibi yüce bir davranış olduğu bildirilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de “Bu (Zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde, bu (arefe) gününüz nasıl mukaddes ise, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (şeref ve namusunuz) da aynı şekilde mukaddestir (dokunulmazdır)” buyurarak insanın hayat hakkının dokunulmazlığını son bir kez daha Veda hutbesinde ikrar etmiştir. Yine ayeti kerimede de Rabbimiz,“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah ona (kasten öldürene) gazap etmiştir, lânet etmiştir ve çok büyük bir azap hazırlamıştır.” buyurmuştur. Hatta kişinin kendi hayat hakkını sonlandırması da yani intihar yasaklanmış, dinimizce hoş görülmemiştir.
İnsana emanet olarak bahşedilen bedenini muhafaza etmesi, onu koruması başta insanın kendi görevidir. Hasta olmamak için tedbirler almak, hasta olunduğu takdirde tedavi olmak için çareler aramak insanın görevleri arasındadır. Nitekim Hz. Peygamber “Hastalandığınızda tedavi olunuz.” buyurmuşlardır. Bugün teknolojinin ve tıbbın ilerlemesiyle artık birçok hastalığın tedavisi mümkün hâle gelmiştir. Hatta öyle ki sağlığını ve işlevini yerine getiremeyen organın sağlıklı bir organ ile değiştirilmesi artık tıbbın basit bir şekilde uyguladığı tedavi yöntemi hâline gelmiştir.
ORGAN NAKLİ “CANDAN CANA SADAKA”
Günümüzde bir organ rahatsızlandığında alternatifsiz bir tedavi yöntemi olarak uygulanan ve kaybedilen veya görevini yapamayan bir organın yerine canlı yahut ölü bir vericiden alınan sağlam ve aynı görevi üstlenecek bir organın nakledilmesi işleminin adıdır organ nakli.
Bir bakıma da sadakadır. Öyle bir sadaka ki candan cana ulaşan büyük bir hayırdır organ nakli. Asıl sadaka, malî yardım şeklinde yapılandır elbette ancak, herkes için mümkün olmayabilir. Zira sadaka, karşımızdakini mutlu etmek ve bir eksiğini gidermek ise, aç olan kimse için onu doyurmak sadaka iken, hastayı ziyaret etmek de, çevreyi korumak da sadakadır.
Hatta güzel bir nasihat, bazen de bir hayat kurtarmaktır sadaka. Bir gün Allah Resûlü, “Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir.” buyurdu. Bunu duyanlar
bir an için şaşırdılar. Çünkü aralarında zengin olmadıkları için mal ile sadaka veremeyenler de vardı. Hemen sordular: “(Sadaka verecek mal) bulamayana ne dersin?” Allah Resûlü, “Eliyle (emek verir) çalışır. Hem kendisi faydalanır, hem de sadaka verir.” buyurdu. Sahâbe tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sordular. “İhtiyaç sahibi, darda kalmış ve mazlum kimselere yardımcı olur.” buyururlar. İşte bugün Allah’tan ümidini kesmeden şifa arayan bir kula toprakta çürümeye mahkum bir organımızı bağışlamak da sadakadır. Zira biz öldükten sonra sadece bize kalacak olan amellerimiz değil midir? Bunun içindir ki Resûlullah (sav), “…Sadaka bir delildir…” buyurarak sadakanın, veren kişinin imanına ve sadakatine bir delil olduğunu buyurmuştur. Varlıklı bir insan için mal ile tasaddukta bulunmak akla gelen ilk sadaka şekli iken, sağlığı yerinde olup kişinin organlarını vefatından sonra insanların hayrına bağışta bulunması da kişinin amel defterine sadaka olarak kaydolur. Nitekim Kutlu Nebî, “Her iyilik bir sadakadır.” buyurmuşlardır. Bugün “organ nakli” konusu elbette sadece hekimlerin değil, İslam fıkhının ve kelamın da konuları arasına girmiştir. Kuran ve Sünnet, organ nakli ve bağışı problemine özel bir atıfta bulunmaz. Günümüzde organ nakli ile ilgili fıkhi konular genel hüküm içeren naslara ve temel fıkıh prensiplerine ve fayda-zarar ilişkisine dayanmaktadır. Alimlerin çoğunluğu ise organ naklini bir tür meşru tedavi şeklinde değerlendirme eğiliminde olmakla birlikte daha çok vericiyle ilgili ortaya çıkan sakıncalar sebebiyle bu tedavi yönteminin sınırları konusunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Organ naklininin itikadi yönü ile alakalı olarak da dini sorumluluk esasları, haşir ve organların kıyamet günü şahitlik etmesi de tartışma konusu olmuştur.
Nakledilen organın yeni sahibinde sevap veya günah işlemesi tamamen bu fiili işleyenle ilgili bir meseledir. Çünkü sorumlulukta aslolan iradedir. Dolayısıyla fiilin sorumlusu o organları yönlendiren iradenin sahibi, onları kullanan kişidir.
Kıyamet gününde organların şahitlik etmesine gelince, ayetler organların lisan-ı hal ile konuşacağı şeklinde anlaşılabileceği gibi Allah’ın huzurunda insanın mazeret ileri sürme ve yalan beyanda bulunma imkanının bulunmayacağı, her şeyin apaçık ortada olacağı manasında da yorumlanabilir. Bu konudaki ayetler (enNur 24/24; Fussılet 41/19, 21, 22) gerçek anlamında alınsa bile yine organ nakline engel bir delil teşkil etmez. Zira her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir. Bu konu ile ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun organ naklinin hangi durumlarda caiz olacağına dair görüşü de mevcuttur.
Ayrıca organı alınacak ya da organ verilecek kişinin Müslüman gayri Müslim, dindar ile fasık ayırımı yapılması da doğru değildir. Şunu unutmamak gerekir ki doğruya hidayet eden de eceli takdir eden de Allah’tır. Sorumlulukta herkesin kendi hür iradesi esastır. Bu sebeple Müslüman veya dindar olmayana organ vermenin onun günah işlemesine yardımcı olmak veya ömrünü uzatmak şeklinde değerlendirilmesi İslam’ın bu konudaki esasları ile bağdaşmaz.
Hatice Kahyaoğlu / Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizi
Tohum Sayı 160 / Kış 2018