Ulus devletlerin mutlak sadakatimizi beklediği bir dünyada yaşıyoruz. Bu sistem, Müslüman dünyasında 20. Yüzyılda ortaya çıktı. Elli yıllık bir süre içinde, ulus-devletler birinci dünya savaşından sonra dünya sahnesindeki yerlerini almaya başladılar. Yeni dünya haritası çoğunlukla Avrupalı sömürge güçlerinin eliyle şekillendi. Fakat bu mevcudiyetleri kuran kriterler nelerdi? Avrupa milliyetçiliğini Müslüman dünyasına katmış olmak? Veyahut bağımsızlıklarını yeni kazanmış ulus-devletlerde sömürge geleneğini devam ettirebilecek sömürge delegeleri oluşturmak? İngilizler, açıkça küçümseyici bir çabayla, savaş sırasında Osmanlı’ya karşı Hicaz, Irak ve Mavera-i Ürdün Krallıklarının kurulmasına yardımcı olduğu için Hicaz’ın Şerif Hüseyin’ini ödüllendirmek istemişlerdi. Bu İngiliz tasarısı ancak kısmen başarılı oldu. Bununla birlikle, Ulus-devletlerin kurulmasında İngiliz yaklaşımı günümüz dünyasına nüfuz etmiş ulus-devlet sisteminin zayıflığını gözler önüne seriyor. Bu makalede, Hindistan alt-kıtasında ulus-devletlerin gelişiminden bahsedeceğiz.
1947’den beridir 70 yıllık bağımsızlıktan sonra, şimdilerde birçok gözlemci Britanya Hindistan’ını Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölmenin akıllıca olup olmadığını sorguluyor. Bölünmemiş bir Hindistan çok daha güçlü olmaz mıydı? Bu önemli bir soru. Hindistan’ın bölünmesini anlayabilmek için Hindistan kültürünü ve tarihini incelememiz gerekir.
Genel anlamda, Hindistan Avrupa’ya benziyor: 30 farklı dil konuşuluyor ve 13 farklı alfabe var. Hindistan’ın alt-kıta olarak isimlendirilmesinin sebebi de budur.
İngilizler, yüzlerce Raja ve Nevvab’ın bulunduğu Hindistan’ı 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda işgal edip birleştirdiler. 1947 yılında bile İngilizler Hindistan’ı terk ettiğinde ülkenin farklı yerlerinde 600’den fazla küçük yarı özerk devlet vardı. Dolayısıyla, birleşmiş tek bir Hindistan kurmak çok da kolay değildi. Fakat İngilizler gerçekten birleşmiş bütün bir Hindistan kurup bırakmak mı istediler? Tasavvur etmesi çok zor. Hindistan’da İngiliz devlet personeli ve “beyaz adamın yükü”’nün bir inananı Allan Octavian Hume, Hindistan’da milliyetçiliği teşvik etmek amacıyla 1885’te Hindistan Milli Kongre’sini kurdu. (Indian National Congress – INC) Bu siyasi parti, Hindistan bağımsızlık hareketinin öncüsüydü.
Milliyetçilik fikri Avrupa’da ortaya çıktı. Rönesans döneminden beri Avrupalıların filozof ve bilim insanları tarafından dinin reddedilmesine bağlı olarak kaybolan duygusal tatmini ve politik istikrarı bu fikrin geri getireceği düşünülüyordu. Ancak, Hume’un Britanya Hindistanı’nın tek bir ulus-devlet olacağını mı yoksa insanların linguistik farklılıklarına göre 19. Yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış irili ufaklı ulus-devletler gibi bir yapıya kavuşacağını mı öngörüyordu, söylemek güç. Hindistan da insanların farklılığı açısından Avrupa’dan çok da farklı değildi. Batılı eğitim görüp Britanya’nın siyasi özgürlüğü ve bilimsel gelişmelerine hayran olmuş Hindistanlılar bilhassa INC’ye sempati duyuyorlardı. Fakat Müslüman eğitimci ve modernist reformcu Seyyid Ahmed Han(1817-1898) INC konusunda şüpheliydi ve Müslümanları partiye katılmaktan caydırıyordu. Yine de Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah (1875-1948) siyasi kariyerine INC’ye katılarak başlamıştı. Cinnah, Müslümanlar ve Hinduların dünya görüşlerindeki farklılıkları göz önünde bulundurarak iki topluluk arasında bir köprü kurmayı siyasi gündeminin ilk maddesi olarak ele aldı. Hindu bir siyasi lider tarafından “Hindu-Müslüman Birliğinin elçisi” şeklinde isimlendirilmişti. Bu anlamda, Lucknow anlaşmasının imzalanmasında Cinnah’ın rolünden bahsetmek yerinde olacaktır. INC liderleri, başta anlaşmanın şartlarını kabul etmelerine rağmen, daha sonraları anlaşmaya bağlılıklarından caymışlardır. Buna rağmen, Cinnah çabalarına devam edip Hindistan’daki bütün azınlıkların temel haklarını kazanacakları anayasal reformlar için çalışmaya devam etti. Fakat, Kongre Yönetimi kast anlayışı temelli fikirleriyle Müslümanların bu kaygılarını görmezden gelmeye devam etti. Bu arada, başka bir Müslüman şahsiyet, Muhammed İkbal(1877-1938) bu konudaki fikirleriyle öne çıktı. İkbal hem İslami hem de Batılı felsefe eğitimi almıştı, fikirlerini şiir olarak Farsça ve Urduca ifade etmişti. Avrupa’daki fanatik milliyetçiliğin büyümesine şahitlik etmiş, Avrupa’nın liderliğindeki bir insanlık için kaygı duymaya başlamıştı(*). Avrupa’nın krizine evrensel İslami bir çözüm geliştirdi. İnanıyordu ki, Müslüman toplumu(ümmet) insanlık için model olabilecek potansiyele sahipti. Hindistan’da model bir Müslüman milletin ümmeti tekrar insanlık ruhuyla canlandırmaya öncülük etmesini istemişti. Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgelerde ayrı devletler kurulmasını teklif etti.
İkbal, bağımsız bir devlette Müslümanların hilafet, emanet, şu’ura ve adalet ilkelerine bağlı olarak Kur’an rehberliğinde barışı sağlayabileceklerine inanıyordu. Ayrıca, bu ideallerle Pakistan, evrensel insan haysiyetinin bütün vatandaşlar için eşitlik ve adaletin sağlandığı ve şeffaflığın milli çıkarlardan üstün tutulduğu bir ülke olabileceğine de inanıyordu.
Bir diğer yandan, Muhammed Ali Cinnah, INC üst yöneticilerinin umumi yönelimlerinden emin olunca istifasını sundu. Hindu çoğunluklu bir Hindistan’da Müslümanların haklarının savunulacağını düşünmüyordu, bu yüzden “iki ulus teorisi” ile Pakistan’ın kurulmasını talep etti. “Hindular ve Müslümanlar kelimenin tam anlamıyla düşünüldüğünde sadece din değiller, hatta esasında apaçık farklı iki sosyal nizamdır. Hinduların ve Müslümanların ortak bir milliyete dönüşmeleri bir hayaldir. ” Sadece Hindistan Müslümanlarının neredeyse tamamı Pakistan’a destek oyu vermekle kalmamış, kastın alt sınıflarındaki Hindular da, Pakistan talebini desteklemişlerdir.
Ama Pakistan sürecinde işler kurucuların beklediği şekilde gitmedi. İkbal, Pakistan kurulmadan önce vefat etti. Cinnah ise bağımsızlığın ilanından bir yıl sonra vefat etti. Sivil bürokrasi ve askeri yöneticiler Pakistan’ın yönetimini ele aldı, 25 yıl içinde de Bangladeş kuruldu. Yeni liderler kurucuların rüyasını terk ettiler. Hindistan’da, geçtiğimiz günlerde Hindu milliyetçileri güç elde edip azınlıklar arasında korkuya sebep oldular. İkbal ve Cinnah’ın korktukları şey gerçek oldu. Hindistan alt-kıtasının sonu eski Sovyetler Birliği ve eski Yugoslavya’nınki gibi olacak? Böyle bir ihtimal hiç de uzak değil, fakat bunu ancak zaman gösterebilir.
Prof.Dr.Abdullah Al-Ahsan /Akademisyen, Yazar
Tohum Sayı 160 / Kış 2018
Tercüme: Ekrem Emir