Bir şehrin, göze ilk değdiği anda İslam şehri olduğuna dair ipucu veren başlıca yapı kuşkusuz camileridir. Kadim medeniyetimizde her şey bir camii ile başlamamış mıdır? Şehir, ilk cem olunacak yerin tayini ve inşası ile doğmuştur. Bilhassa, ait olduğu medeniyetin tüm inceliklerini en ufak ayrıntısında dahi yansıtmaya devam eden, kendisine eklenmiş her unsurun sebebi ve doğurduğu sonucu ile tam bir bütünlük arz eden tarihi camilerimizi yüzünden okumak ayrı bir zevk vermektedir. Bahsi geçen tarihi değeri olanlar gibi, özenle uygulanan günümüz örnekleri de bizlere bu zevki tattırmaktadır.
Bir evi, bir binayı, bir köprüyü ve bir mabedi estetik kılan kendi içinde barındırdığı birçok sırrı vardır. “Duyu yoluyla kavrama” anlamına gelen estetik sözcüğünün tat veren bir unsur olarak mimariye dahil olmasındaki başlıca kriterleri; yapının içinde bulunduğu bağlam ile kurduğu ilişki, kütlelerin birbiri ile olan dengesi, nispeti (oranı), biçimi, dokusu, malzemesi, iç mekan kalitesi şeklinde sıralayabiliriz. Seyretmekten hoşlandığımız bir camiyi de bize “güzel” gösteren; çevresiyle uyum içinde oluşu, kubbeleriyle minaresiyle kurulan denge, malzemesindeki dokunun tamamlayıcılığı, akustik başarısı veya muazzam tezyin edilmiş iç mekanı olabilir. Kent estetiği düzeyinde baktığımızda ise camilerin siluet değerine olan katkıları ön plana çıkmaktadır. Kimi zaman bir tepeyi ihya şekli olarak rastladığımız cami, topografyaya uyumlu serpilmiş yapılar arasından adeta bir inci gibi belirivermektedir.
Yükseltiye yerleştirilen camii; orada belirginleşir, parlar ve bulunduğu semtin bir nişanı halini alır. Bu belirginleşme etrafındakileri ezici ya da yok sayıcı bir yükseliş değildir. Aksine doğru bir nispet ile inşa edilmiş bir camii, bulunduğu yer ile uyum arz eder ve çevresinin ihyasına katkıda bulunur.
İşte bu noktada minareler siluet değerine yaptığı katkı ile kent estetiğine dahil olmaktadır. Bugün, ezici yapılı çevre arasında sıkışıp kalmış yüksek binaların çevrelediği camilerin, minarelerini dahi uzaktan görmekte zorlanmaktayız. Bu gerçek, mimarinin her alanında olduğu gibi mabetlerimizin inşasında da ancak incelen ruhlarımız ile yeryüzünü güzelleştirebileceğimizi doğrular niteliktedir. Oysa kent yaşamının koşturmacası içerisinde bir vista noktası hüviyeti kazanması, önünde buluşulup bahçesinde vakit geçirilecek, manevi ikliminin esintileriyle belki tefekküre sevk edecek bir mekan haline gelmesi ise camilerin günlük hayatımıza kattığı güzelliklerdendir. Bu bağlamda bir ibadet mekanı olmaktan çok öteye geçerek, camilerin kent yaşamına kattığı estetik de dikkate şayandır.
Bir yapı olarak camiyi ele aldığımızda ise, İslam’ın yayılmaya başladığı dönemlerden günümüze kadar, biçimsel ve işlevsel olarak gelişim ve değişimine tanık olmaktayız. “Namazgâh” ismini verdiğimiz üstü ve çevresi açık formu bugün kubbesiyle, minaresiyle zihnimizde şekillenen bir hale evrilmiştir. Elbette İslami açıdan baktığımızda cami mimarisine dair herhangi bir kısıtlama söz konusu değildir. Nitekim günümüzde de modern mimari esintiler camileri de etkisi altına almış ve dünyanın bir çok yerinde bir çok farklı biçime sahip cami tasarımı denenmektedir. Kimi zaman tartışmaların odak noktası olan bu konu ve farklı uygulamalara yaklaşım, kuşkusuz sadece biçimsel eleştirilerden ibaret değil, tasarlanan camilerin tesis ettikleri manevi iklim ve toplum açısından atfedilen estetik değer nokta-i nazarından olmalıdır.
Kadim medeniyetin güzide mirası arasında yer alan bir başka oluşum da külliyelerdir. Bir çok yapı birimini bünyesinde barındırması ile toplumun çeşitli ihtiyaçlarını aynı anda karşılayabilecek, merkezinde caminin bulunduğu külliye arazilerinde; han, medrese, kütüphane, aşevi, hamam gibi ek birimler bulunmaktadır. Fakat bu birliktelikte, her birimin birbiri ile ilişkisi ince ince düşünülmüş, birinin diğerinin işleyişine engel olmaması yerleşim kararını etkileyen öncelikli unsur olmuştur. Örneğin hanlar, ticari sirkülasyonun diğer birimlere rahatsızlık vermemesi için genellikle cadde kotuna yerleştirilmiş, ibadet ve eğitim mekanları ise sükunetin temin edilmesi amacıyla nispeten geriye çekilmiştir. Aynı şekilde medresede öğrenim gören öğrencilerin manevi eğitiminde tamamlayıcı olması açısından medrese-cami arasındaki ilişki ve geçiş özel olarak düşünülen ayrıntılardan olmuştur.
Bu hassasiyete sahip bir geleneğin devamı olarak günümüzde alt katları dükkan haline getirilmiş, avlu ya da bahçeden feragat edilerek ticari kaygıların ön planda tutulduğu örnekler hepimizin içini acıtmaktadır. Bu durum verdiği manevi hasar ile kalmayıp, yapının estetiğini de elinden almaktadır. Diğer taraftan cami mimarisinde bir standardizasyona doğru alınan yol, buna karşın estetik noktasında toplumsal bir ortak kabulün olmaması bugün, karmaşayı da beraberinde getirmektedir. Geçen zaman, değişen dünya, gelişen teknoloji, evrilen estetik anlayışının cami tasarımlarını da etkisi altına alması kaçınılmazdır. Gelinen bugünkü nokta, bazı detayların üzerinde dikkatle durulmasını elzem kılmaktadır.
Camii, herhangi bir yapı olmadığı gibi sıradan bir yöntem ile de tasarlanamayacak bir mimaridir. İbadet veya ziyaret sebebiyle gelen misafirlerine hem konforlu bir yapı ve mekan kalitesi sağlamalı hem de manevi iklimi destekleyici bir ifadeye sahip olmalıdır. Bu da, sadece bir bina inşa etmenin çok ötesinde bir hassasiyeti gerektirmektedir. Yalnızca mimari hünerlerin, teknolojik gelişmelerin, mühendislik becerilerinin sergilendiği yapılar ortaya koymak, asıl gaye olmamalıdır. Tüm bu göstergelerin öncesinde, görünürde sade ve ölçülü bir üslup ile İslam’ın tevazuda bulduğu zenginlik yansıtılmalı, içine girildiğinde ise kaliteli, özenle ve yeteri kadar tezyin edilmiş iç mekan ile huzurlu bir atmosfer hedeflenmelidir. İslam düşünce sisteminin mimariye aksettiğinde karşımıza çıkan mütevazı tavır, yapının harcından eksik edilmemelidir. Her şeyde olması gerektiği gibi mimaride de estetik kaygıların derdine düşülerek israfa mahal verilmemeli, görünürde yükselen yapı gönülde alçaltılmamalıdır. Müslümanın gönül dünyasındaki inceliklerin birer birer nakşedildiği camiler, içinde yapılan ibadeti daha da güzelleştirmektedir. Zira güzel olan sevilir, kalbi sıcaklığı da beraberinde getirir.
Camiler; yalın ve aşırıdan kaçınılmış mimarisi, titizlikle işlenmiş tezyinatı, içeriye sızan ve kalbi aydınlatan gün ışığı, üzerinde İslam sanatının pek çok çeşidini görebildiğimiz minberleri ve mihraplarıyla kaliteli ve estetik bir iç mekana kavuşmaktadır.
Hassas bir terazi, İslam’ın feneri ve ince ruhlar ile inşa edilecek camiler, görenlerin, gelenlerin de ruhlarını incelten bir hal almaktadır. Gerek kent düzeyinde gerekse yapı özelinde durulması gereken nokta tam da burasıdır. Öyle ki; bu şekilde bir yaklaşımla taş gibi kaba bir malzeme incecik bir zarafete dönüşmekte, ahşap önceki yaşamındaki canlılığına kavuşmakta, boyalar o duvarlarda en güzel tonunu bulmakta, kelimeler yazılı oldukları levhaları kıymetlendirmektedir.
Büşra Dural /Mimar
Tohum Sayı 161 / Yaz 2018