Türk Mimarisi’nde camilerin plan olarak gelişimi erken İslam coğrafyasında yaygın olarak kullanılan çok ayaklı yapılara göre farklılıklar göstermektedir. Önceleri ele alınan ve bölgelere göre değişiklik gösteren bazı denemeler, sonrasında merkezi kubbeli şemaya doğru bir tercihe yönelmiştir.
ANADOLU DIŞI
İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar devrinde ele alınan camilerde erken dönemde merkezi kubbeli planların kullanılmış olması dikkat çekici olmuştur. Hazar Camii kare planlı bir yapı olup merkezde sivri kemerlerle birbirine bağlanmış dört silindir paye üzerinde bir kubbenin dört yönünde yarım tonozlar ve dört köşede de birer küçük kubbe bulunmaktadır. Talhatan Baba Camii’nde ise enine dikdörtgen bir alanda merkezdeki kubbe iki yanda ikişer küçük tonozla mekânı örtmektedir. Her iki plan tipide çok sonraların (XV. ve XVI. yüzyılda Osmanlı’da) ideal şemaları olarak karşımıza çıkacaktır. Gazneliler devrinden Leşker-i Bâzâr Ulu Camii’nin (XI. yüzyıl başı) mihraba paralel iki nefli ve mihrap önünde bu iki nefi kesen bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük Selçuklular cami mimarisinde mihrap önündeki kubbeli mekânların gelişimiyle abidevi örnekler ortaya koymuştur. Mihrap önü kubbeli mekânının bir eyvanla birleşmesiyle oluşan “köşk tipi” cami yanında 1135’ten itibaren dört eyvanlı avlulu düzenleme vazgeçilmez şema olmuştur.
XII. yüzyılın ortalarında mihraplarda yapılan alçı süslemeler kabarık ve girift bitkisel motifleriyle dikkat çekicidir. İsfahan Cuma Camii’nde 1080 tarihli Melikşah kubbesi (mihrap önü kubbesi) ve bunun kuzeyindeki 1088 tarihli Terken Hatun kubbeli mekânı caminin ilk evresini oluşturmuştur. Mihrap önü kubbesinin üç yönde üçlü açıklıklı olması daha sonraki gelişmelere örnek teşkil eder. Ayrıca 1135’te Zevvare Cuma Camii’nde uygulanan mihrap önü kubbeli ve dört eyvanlı revaklı avlulu şema, daha sonra İsfahan’da ve diğer yapılarda da uygulanmıştır. Gülpayegan Cuma Camii (1108-1118), mihrap önü kubbeli bir yapı olup XVIII. yüzyıl sonunda dört eyvanlı avlulu hale getirilmiştir. Kazvin Cuma Camii (1113 veya 1119), de ilk aşamada mihrap önünde kare planlı kubbeli mekan iken 1135 ten sonra dört eyvanlı avlulu hale gelmiştir. Ardistan Cuma Camii (1158-1160)’de mihrap önü kubbeli ve dört eyvanlı avlulu olarak inşa edilmiştir. Barsiyan Cuma Camii (1134)’nde kare planlı kubbeli mihrap önü mekânı üç yönde üçlü açıklıklıdır. Yanlarda eklenen birimlerle bağlantılara işaret eden izler mevcut olup kıble duvarına bitişik özgün minaresi ile günümüze ulaşmıştır. Silindirik formlarıyla Karahanlılar’da başlayan gelişimi devam ettiren Büyük Selçuklu Minareleri’nden Damgan Cuma Camii Minaresi (1058) mavi ve firuze sırlı kare parçalarla oluşmuş kabartma örgülü kufi yazısıyla erken tarihli çinili bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Save Cuma Camii Minaresi (1061), Zevvare Pa Menar Mescidi Minaresi (1068), Kaşan Cuma Camii Minaresi (1073), Barsiyan Cuma Camii Minaresi (1097), Çar Minare (1112) ve Sin Minare (1129) bu dönemdeki önemli eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı coğrafyada İlhanlı devrinde inşa edilmiş olan Netanz Cuma Camii (1305) dört eyvanlı revaklı avlulu plandadır.

Verâmin Cuma Camii (1322-1326) dört eyvanlı revaklı avlulu ve mihrap önü kubbeli bir yapı olarak ele alınmıştır.
Yezd Cuma Camii (1365) eyvanlı avlulu mihrap önü kubbeli plana sahip olmakla birlikte yüksek taç kapısındaki çifte minareleriyle dikkat çekici bir yapıdır. İlhanlı sonrasında bölgede hâkim olan Timurlu devrinde ele alınmış olan Meşhed Ulu Camii (1418) ve Semerkant’ta yer alan Bîbî Hanım Camii (1405) benzer prensiplerde planların tekrar edildiği, çinilerle de kubbe ve mekânların çok zengin bir biçimde süslendiği yapılar olarak karşımıza çıkar. Anadolu’nun güneyinde, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde Zengi hâkimiyeti zamanında ele alınan camiler genelde Şam Emeviye Camii’nde olduğu gibi revaklı bir avlunun güneyinde mihraba paralel neflerden oluşan planlara sahiptir. Çapraz tonoz örtülü neflerden biri mihrap önünde kubbe ile kesilmiştir. Halep Ulu Camii, Urfa Ulu Camii, Cizre Ulu Camii, Musul Ulu Camii ve günümüze gelmemiş olan Erbil Ulu Camii (1190) bu dönemde inşa edilmiş yapılardır.
ANADOLU
Anadolu’da yapılan ilk camiler Büyük Selçuklular devrine aittir. Ani’deki Menûçihr Camii (1072-1086) erken tarihli bir yapı olup sekizgen gövdeli minareye sahiptir. Diyarbekir, Siirt ve Bitlis Ulu Camileri’nde mihraba paralel şemalar ele alınmıştır. Diyarbekir Ulu Camii (1091-1092) mihraba paralel üç nefli ve bu nefleri mihrap aksında kesen transepte sahip olup önünde revaklı bir avlu bulunmaktadır. Yapı plan itibariyle Şam Emeviyye Camii’nin planını kubbesiz olarak tekrarlar. Siirt Ulu Camii (1128’den önce) enine gelişen şemada kıble yönünde yan yana üç kubbe, bunun kuzeyinde ise iki paralel tonozlu neften meydana gelmektedir. Bu nefler dikine bir tonozla kesilmiştir. Mihrap önü kubbeli mekânın önündeki çini süslemeli mihrabiyeler ve yapının kuzeyinde camiden ayrı olarak inşa edilmiş sırlı tuğla süslemeli minaresi dikkat çekicidir. Bitlis Ulu Camii (1150’den önce) mihraba paralel üç nefli bir yapı olup neflerden biri mihrap önünde kubbe ile kesilmiştir. Güneydoğu Anadolu bölgesine hâkim olan Artuklular’ın camileri, önlerinde bir avluya sahip enine dikdörtgen şemada mihraba paralel neflerden oluşmaktadır. Bu neflerden bir, iki veya üçü mihrap önü kubbesiyle kesilmiştir.

Harput Ulu Camii (1156) küçük bir eyvanlı avlu önünde mihraba paralel iki nefli harimde ilk nefi mihrap önü kubbesi, ikinci nefi ise aynalı tonoz kesmektedir. Silvan Ulu Camii’nde (1157) mihraba paralel dört neften üçü mihrap önü kubbesiyle kesilmiştir ve kubbe üç yönde üçlü açıklığa sahiptir. Dördüncü nef ise mihrap aksında üç çapraz tonoz ile kesilerek farklılık göstermektedir. Ayrıca yapıda kuzeyde büyük bir avlunun varlığına işaret eden izler bulunmaktadır. Eğimli bir alanda yer alan Mardin Ulu Camii (1176) dikdörtgen avlunun güneyinde mihraba paralel üç neften oluşmuş harime sahiptir. Neflerden ikisi dıştan yivli olan mihrap önü kubbesi ile kesilmiştir. Yapının kuzeyinde özgün olan avlunun bir köşesinde minare vardır.
Kızıltepe Ulu Camii (1204-1205) mihraba paralel üç nefli bir yapı olup neflerden ikisinin mihrap önü kubbesiyle kesilmesinden meydana gelen plana sahiptir.
Harimin kuzeyinde yer alan büyükçe avlunun ve bunun kuzey köşelerde iki minarenin varlığı kalan izlerden anlaşılmaktadır. Tokat Niksar ve Kayseri civarına hâkim olan Dânişmendli veya Anadolu Selçuklu devrinde ele alındığı tartışılan Niksar Ulu Camii mihraba dik düzenlenmiş alanda çapraz tonozlarla örtülü bir yapı olup mihrap önünde ve ortaya yakın bir birim kubbe ile örtülüdür.
Danişmendliler devrinden Sivas Ulu Camii (1197) bir avlunun güneyinde yatık dikdörtgen alanda mihraba dik düzenlenmiş onbir nefli bir yapılardır ve kuzeyde büyük bir avluya sahiptir. Kayseri Ulu Camii (1205) dikine düzenlenmiş alanda mihraba paralel nefli olup orta aksta mihraba doğru dikeylik vurgusu olan bir yapıdır. Mihrap önünde büyükçe ele alınan mihrap önü kubbesi geniş kemerli açıklıklarla üç yöne bağlanmıştır.
Erzurum ve çevresine hâkim olan Saltuklular’ın eserlerinden Erzurum Kale Mescidi (XII. yüzyıl) kesme taştan mihrap önü kubbeli bir yapıdır ve yanı başındaki Tepsi Minare ile birlikte inşa edilmiştir. Erzurum Ulu Camii (1179) kesme taştan mihraba dik yedi nefli ve mihrap önü kubbeli bir yapıdır. Orta aks geniş tutulmuş ve farklı tonoz örtülerle vurgulanmıştır.

Divriği ve Kemah civarına hâkim olan Mengücüklüler’in eserlerinden Divriği Kale Camii (1180-1181) mihraba dik uzanan üç nefli bir yapıdır; orta nef beşik tonoz, yanlar ise dörder kubbe ile örtülmüştür. Kuzeybatıda merdivenle ulaşılan özel giriş hünkâr mahfillerinin erken örneğini oluşturur. Divriği Ulu Camii (1228-1229) bünyesinde yer alan dârüşşifâ ve türbe ile beraber bir külliye teşkil etmektedir. Birbirinden farklı itinalı taş işçiliği gösteren taç kapıları ile dikkati çeken bir yapıdır. Farklı tonozlara sahip mihraba dik beş nefli bir yapı olup mihrap önündeki dilimli kubbesi dıştan kırık piramidal külâhla örtülüdür. Yapı ayrıca üç yönde birbirlerinden farklı süslemeleri ile ilgi uyandıran anıtsal taç kapılara sahiptir.
XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu mimarisinde ele alınan camiler mihrap önü kubbeleri, enine ve dikine gelişen şemaları içinde küçültülmüş iç avluları ya da bir avlu fikrini verecek olan aydınlık fenerleri, ahşap malzemeleri ve dengeli çini mozaik süslemeleriyle düzenli bir gelişmeyi gösterir.
Çeşitli tamir ve eklemelerle değişikliğe uğramış olan Konya Alâeddin Camii (1155-1220) iki bölümden oluşmaktadır. Sağda mihrap önü kubbeli, solda mihraba paralel nefler vardır. Mihrapta ve kubbedeki mozaik çini süslemeler yanında ahşap minberi ve ayrıca dış cephedeki kitâbeleri ile dikkat çekicidir. Niğde Alâeddin Camii’nde (620/ 1223) beşik tonozlu mihraba dik üç nef mihrap önünde kesilerek yan yana üç kubbeyle örtülmüştür. Yapıda kuzeybatı köşesinde ayrı bir girişle ele alınmış olan özel mahfil yer almaktadır. Malatya Ulu Camii (1224) tuğla malzemesi ve sırlı tuğla, mozaik çini süslemeleriyle Büyük Selçuklu mimari geleneğini devam ettirir. Mihraba paralel neflere sahip yapıda, ortadaki küçük revaklı avluya açılan güney eyvanı mihrap önü kubbesiyle birleşerek dikine bir aksı vurgulamaktadır. Akşehir Ulu Camii’nin (XIII. yüzyılın başı) planı değişikliğe uğramış olmakla birlikte mihraba dik neflerden ve mihrap önü kubbesinden oluşmaktadır. Yapıda mozaik çinili mihrap dikkat çekicidir. Sinop Ulu Camii (XIII. yüzyıl başı) mihraba paralel iki nefli olup mihrap önü kubbeli bir yapıdır. 1268’de Muînüddin Süleyman Pervâne tarafından tamir edilen camide mihrap önünde üç kubbe, ikinci nefte iki uçta birer kubbe yer alır. Diğer birimler çapraz tonozla örtülmüştür.

Kayseri Huand Hatun Camii (1238), medrese, kümbet ve hamamdan oluşan bir külliye bünyesinde inşa edilmiştir. Camide mihraba paralel nefler mihrap ekseninde kesintiye uğramıştır. Kuzeyde dikine iki tonoz, ortada küçültülmüş avlu ve güneyde geniş kemerli açıklıklarla mihrap önü kubbesine doğru dikey bir aks oluşturulmuştur. Amasya Burmalı Minare Camii (1237-1246) mihraba dik üç nefli olup orta aks kubbelidir. Kayseri Hacı Kılıç Camii (1249) kuzeyindeki medrese ile ortak bir avluya sahiptir. Cami mihraba dik beş nefli bir yapı olup mihrap önü kubbelidir. Önünde yer alan revaklı avlunun etrafında medrese odaları yerleştirilmiştir. Taç kapısındaki figürlü süslemeleriyle dikkat çeken Bünyan Ulu Camii (654/1256) mihraba dik üç nefli bir yapı olup ahşap tavanlıdır.
Konya Sâhib Ata Camii’de (1258-1283) hankah, türbe, hamam ve çeşmelerden oluşan bir külliyenin parçasıdır. Taç kapısı taş süslemelerinin yanı sıra iki yanda yer alan çeşme/sebil birimlerine sahiptir. Vaktiyle çifte minareli olduğu anlaşılan kapının üzerinde bugün sırlı tuğla ve çini süslemeli yivli bir minare vardır. Cami mihraba dik beş nefli ve mihrap önü kubbelidir. Daha sonra değişikliğe uğramış olan camide ihtişamlı mozaik çinili mihrap devrinden kalmıştır. Cami ve medrese birleşimi açısından önemli olan bir diğer yapı Amasya Gök Medrese Camii’nde (1266) iki ayrı fonksiyon tek binada kot farkıyla ele alınmıştır. Camide mihraba dik üç nef kubbe ve tonozlarla örtülüdür. Develi Ulu Camii (1281) mihraba dik beş nefli olup mihrap önü kubbelidir. Mihrapta geometrik ve bitkisel süslemeler yanında renkli taş da kullanılmıştır.
Anadolu’da Selçuklu çağından bir gurup cami ahşap direkli ve ahşap tavanları ve özgün süslemeleriyle günümüze ulaşmıştır.

Afyon Ulu Camii (1272) yatık dikdörtgen alanda mihraba dik düzenlenen harime sahip ahşap direklerle taşınan ahşap tavanlı bir yapıdır. Aynı şekilde ahşap direkli ve ahşap tavanlı olan Sivrihisar Ulu Camii’nde ise (XIII.yüzyıl ortası) yatık dikdörtgen harim mihraba paralel neflerden meydana gelmiştir. Ankara Arslanhane Camii (XIII. yüzyıl) mihraba dik beş nefli bir yapı olup ahşap direkler üzerinde ahşap tavan ile örtülüdür. Muhteşem mozaik çinili mihrabında ayrıca zengin alçı süsleme de dikkat çekicidir. Selçuklu geleneği içinde ele alınan Eşrefoğlu Beyliği zamanında tamamlanmış içteki taç kapıları ve taş işçiliğiyle, Konya Sırçalı Mescid ise (XIII. yüzyılın ikinci yarısı) tuğla malzemesi yanında sırlı tuğla – çini, mozaik çini mihrabı ve minaresiyle önemli bir yere sahiptir. Alanya Akçebe Sultan Mescidi’nde (1231) devşirme malzemeler değerlendirilmiştir. Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi’nde ise (1235) kubbe kasnağında çini mozaik süslemeli yazı kuşağı yer almaktadır. Konya Beyhekim Mescidi’nin (XIII. yüzyıl) gösterişli mozaik çinili mihrabı yurt dışına kaçırılmıştır. Selçuklu Devleti’nin ortadan kalkmasıyla kurulan beyliklerde bir kısmı Selçuklu mimari geleneğini devam ettiren yapıların yanı sıra yeni denemelerle öne çıkan yapılar da inşa edilmiştir. Selçuklu geleneğini sürdüren Karamanoğulları devri eserlerinden Ermenek Ulu Camii (1302-1303) mihraba paralel üç nefli bir yapı olup mihrap nişi içindeki üç küçük pencere farklı bir uygulama olarak dikkat çekicidir.
Osmanlılar’la olan ilişkilerinden sonra inşa edilmiş olan Karaman İbrâhim Bey İmareti (1432) eyvanlı avlulu bir plana sahip olup cami bölümündeki çinili mihrabı (bugün İstanbul’da Arkeoloji Müzeleri bünyesindeki Çinili Köşk’te teşhir edilmektedir) gibi mimari süslemede Osmanlı etkileri görülür. Aydınoğulları’nın eserlerinden Birgi Ulu Camii (1312) mihraba dik beş nefli ve mihrap önü kubbeli bir yapı olup mozaik çinili mihrabıyla ve sırlı tuğla ile çini süslemeli minaresi Selçuklu geleneğini sürdürür. Selçuk Îsâ Bey Camii’nde (1375) harim mihraba paralel iki nefin mihrap önünde birer kubbe ile kesilmesi ile oluşan üst örtüye sahiptir. Avlunun batı kapısındaki renkli taş geçmeli süslemesinde Şamlı mimarın etkisi görülmektedir. Ortası havuzlu revaklı avlusu ve hareketli cephe düzeni Osmanlı mimarisine örnek teşkil etmiştir. Biri yıkılmış olan tuğladan çifte minare, Beylikler devrinde Niğde Sungur Ağa Camii’nin (1335) ardından ikinci uygulama olarak ayrıca dikkat çekicidir. Buradaki minare yerleşimi Osmanlı camilerine de örnek olmuştur.

Saruhanoğulları döneminde medrese ve türbeyle birlikte bir külliye programında ele alınan Manisa Ulu Camii’nde (1366) geniş yer tutan mihrap önü kubbesi (10,80 m.) Osmanlı devrinde merkezî plana geçişin öncüsüdür; revaklı avlu da Osmanlı mimarisine ışık tutan bir deneme şeklinde görülmektedir.
Menteşeoğulları döneminde bir külliye programı içinde ele alınan Balat İlyas Bey Camii (1404) kare planlı tek kubbeli bir yapıdır ve öndeki geniş kemer içinde üç bölümlü giriş son cemaat yerini hatırlatan bir geçiş yeri olmasıyla ilginçtir. İki sıra pencere düzeni ve geometrik şebekeleri Osmanlı devrinden İznik Yeşil Cami ile (1378-1392) karşılıklı etkilerin varlığına işaret eder. Aynı dönemden Milas Ulu (Ahmed Gazi) Camii mihraba dik üç nefli ve mihrap önü kubbeli bir yapıdır. Çine Ulu Camii (XIV. yüzyılın ilk yarısı) ise kare planlı bir yapı olup üzeri aydınlık fenerli büyükçe bir kubbe ile örtülmüştür. Germiyanoğulları devrinde inşa edilen yapılar plan ve süslemeleri bakımından Osmanlı mimarisi özellikleri gösterir. Kütahya’da İshak Fakih Camii külliye bünyesinde olup kare planlı ve tek kubbeli ve önünde üç birimli son cemaat yerine sahiptir. II. Yâkub Bey İmareti (728/1428) ise zâviyeli/tabhâneli cami düzeniyle Osmanlı mimarisi geleneğini yansıtmaktadır.
Hamîdoğulları döneminde Beyliğin Antalya kolu olan Tekeoğulları tarafından yaptırılan Antalya Yivli Minare Camii (1378) enine dikdörtgen alanda altı kubbeli bir yapı olup ulu cami düzeninde çok birimlidir. Camiye adını veren tuğla minare Selçuklu devrindendir. Candaroğulları devri eserleri plan bakımından Osmanlı mimarisi özelliklerini muhafaza eder. Kastamonu’da İbn Neccâr Camii (754/1353), kare planlı kubbeli yapısı ve son cemaat yeriyle İsmâil Bey Külliyesi (1454-1457) bünyesindeki cami ise zaviyeli/tabhaneli düzeniyle Osmanlı etkilerini açıkça belli eder. Ramazanoğulları devrinde inşa edilmiş olan Adana Ulu Camii’nde (1508-1541) Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle Zengî ve Memlük mimarisi etkileri bir arada görülmektedir. Revaklı avlunun güneyinde mihraba paralel çapraz tonozlarla örtülü iki neften biri mihrap önünde kubbe ile kesilmiştir. Yapı renkli taş işliliği ve çini kaplamalarıyla dikkat çekicidir. Dulkadıroğulları zamanında yeniden ele alınan Elbistan Ulu Camii’nde (921/1515) dört yarım kubbeli merkezî planlı şema önemli bir deneme olarak görülmekte ve Osmanlı üslubunu yansıtmaktadır.

Karakoyunlu devri eserlerinden olup bugün yıkılmış olan Van Ulu Camii’nin zengin süslemeli, itinalı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde Anadolu dışında inşa edilmiş olan Tebriz’deki Gökmescid (1465-1466) ise çini süslemelerinin yanı sıra merkezî plan denemesinin ele alındığı bir yapı olarak dikkat çekicidir.
Akkoyunlu devrinin önemli eserlerinden Diyarbakır Şeyh Safâ Camii (XV. yüzyıl ikinci yarısı) merkezî planda sekiz destekli kubbeye sahip bir yapıdır. Osmanlılar devrinde İznik’te 1333 tarihinde yapılmış olan Hacı Özbek Camii’nde görülen kare planlı tek kubbeli şema daha sonraki yıllarda yaygın biçimde kullanılmıştır. Bundan kısa bir süre sonra Bursa’da Alâeddin Camii (1335-36)’nde bu plan tekrar ele alınmıştır. Bilecik açısından önemlidir. Aynı yıllarda Mudurnu’da inşa edilen Yıldırım Camii (1382)’nde ise 19.50 m.’ye varan kubbesi geniş kubbe denemelerinin erken devirde başladığını göstermektedir. Bulgaristan’da Eski Zağra’da bulunan Hamza Bey Camii (1409)‘de 17.50 m. çapındaki kubbesi ile benzer gelişimi tekrar etmektedir.
İstanbul’da Fîruz Ağa Camii (1491), Edirne’de Lârî Çelebi Camii (1514), İstanbul’da Haseki Camii (1538-39), Antalya Elmalı’da Ömer Paşa Camii (1610), İstanbul Üsküdar’da Çinili Camii (1640-41), Ayazma Camii (1760-61) ve Nuruosmaniye Camii (1755), Tophane’de Nusretiye Camii (1826), Dolmabahçe Camii (1853), Ortaköy Camii (1853), Aksaray’da Pertevniyal Valide Sultan Camii (1871) tek kubbeli yapıların önemli örnekleridir.
Çok fonksiyonlu, zâviyeli, tabhâneli, kanatlı, yan mekânlı, ters ‘‘T‘‘ planlı gibi birçok değişik adla ifade edilen camiler erken devirde çok uygulanan yapılar olmuştur.
1339 tarihli Bursa Orhan Camii ile başlayan gelişim yine Bursa’da inşa edilmiş olan Hudâvendigâr (1385’den önce), Yıldırım (1390-95), Yeşil (1414-24) ve Murâdiye (1424-26) camilerinde sırası ile uygulanmıştır. Bursa’nın dışında İznik’te Nilüfer Hatun İmareti (1388) ve Yâkup Çelebi Zâviyesi (XV. yüzyıl başı), Edirne’de Yıldırım (1400) ve Murâdiye (1426), İstanbul’da Mahmud Paşa (1463-73) ve Aksaray Murad Paşa (1471-77) camileri bu tipin önemli erken örnekleri olarak görülmektedir. Edirne (1484-88) ve İstanbul (XV.yüzyıl başı) Bayezid Camileri ile İstanbul’daki Yavuz Selim Camii (1522)’nde ise tabhâne mekânları biraz farklı biçim ve boylarda uygulanmıştır.

Çok kubbeli ulu cami tipinin erken örneğini 1386 tarihli Gelibolu Camii’nde görmekteyiz. Bu şema Bursa Ulu Camii (XIV. yüzyılın sonları)’nde yirmi kubbe ile en olgun şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu camide ortaya yakın kubbe aydınlık fenerli olup altındaki fıskiyeli havuzlu şadırvan iç mekânda değişik bir etki oluşturmaktadır. Daha sonra Edirne Eski Cami (1402-14)’de dokuz kubbeli olarak denenmiş olan bu şema İstanbul Fatih’te Atik Ali Paşa Camii (XV. yüzyılın sonu)’nde ve Kasımpaşa’daki Piyâle Paşa Camii (1573)’nde altı kubbeli olarak uygulanmıştır.
XV. yüzyılda başlayıp XVI. yüzyıl ve sonrasında çeşitli uygulamaları görülen merkezi kubbeli yapılarda farklı mekânlarda değişik çözümler denenmiştir. Edirne’de 1437-47 tarihleri arasında yapılan Üç Şerefeli Cami merkezî kubbenin gelişimi açısından önemli bir uygulama olarak dikkati çekmektedir. Bu yapıda enine gelişen bir alanda mihrab önünde altı destek ile taşınan büyük bir kubbe yerleştirilmiştir. Bu uygulama daha sonra özellikle XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından sıkça denenmiştir. Ayrıca Atina’da Fethiye Camii (1456’dan az sonra)’nde uygulanan merkezi kubbenin dört yönde yarım kubbelerle yanlara genişletilmesi ile oluşan şema da daha sonra başka eserlerde de tekrarlanmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra yapılan ve günümüze gelmemiş olan ilk Fâtih Camii (1463-70)’nde merkezdeki kubbe kıble yönünde bir yarım kubbe, yanlarda ise üçer küçük kubbe ile ele alınmıştır.
İlk Eyyub Sultan Camii (1454) ve Şeyh Vefâ Camii (1476)’nde merkezi kubbe iki yanda birer yarım kubbe ile yanlara genişletilmiş, mihrap yönünde de daha küçük üçüncü bir yarım kubbe yer almıştır. XVI. yüzyılın başında Beyazıt Camii’nde merkezi kubbenin mihrap ekseni yönünde iki yarım kubbe ile dikine genişletildiği görülmektedir. Benzer uygulama daha sonra Mimar Sinan tarafından Süleymaniye Camii (1550-57)’nde ve Tophane Kılıç Ali Paşa Camii (1580)’nde uygulanmıştır.
Üsküdar Mihrimah Sultan Camii (1548)‘nde merkezi kubbe kuzey yönü hariç diğer üç yönde yarım kubbelerle genişletilmiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında ele alınan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii (1562-65)’nde merkezi kubbe alt kademede iki yana, Eyüp Zal Mahmud Paşa Camii (1580)’nde ise daha üst kademede mihrap yönü hariç üç yana genişletilmiştir.

Osmanlı mimarisinde altı ve sekiz desteğe oturan merkezi kubbeli camiler XVI. yüzyıl içinde Mimar Sinan tarafından sıkça ele alınmış ve hatta daha sonraki dönemlerde de tekrar uygulanmıştır. Mimar Sinan’ın yaptığı Topkapı Kara Ahmed Paşa Camii (1554-58), Beşiktaş Sinan Paşa Camii (1555), Kadırga Sokullu Mehmed Paşa Camii (1572), Üsküdar Eski Atik Vâlide Camii (1583)‘nde merkezi kubbenin altı destekli olarak uygulandığı görülmektedir. Sinan’dan sonra ise Cerrah Mehmed Paşa Camii (1593) ve Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde (1734) bu şemanın tekrarlandığı görülmektedir. Mimar Sinan İstanbul’da Eminönü Rüstem Paşa Camii (1555-60), Azapkapı Sokullu Mehmed Paşa Camii (1575), Karagümrük Mesih Paşa Camii (1586) ve Nişancı Mehmed Paşa Camii (1588)’nde merkezi kubbeyi sekiz destekli olarak ele almıştır. Bu şemanın en muhteşem örneğini Sinan Edirne’de 1569-74 tarihleri arasında yaptığı Selimiye Camii’nde gerçekleştirmiştir. Caminin duvarlarına yaklaştırılan sekiz paye üzerine oturtulan ana kubbe ihtişamlı bir iç mekân algısı oluşturmuştur. Sinan’dan sonra Üsküdar Yeni Vâlide Camii (1710), Lâleli Camii (1763) ve yeniden inşa edilen Eyyub Sultan Camii’nde (1800) sekiz destekli şema tekrarlanmıştır. Mimar Sinan 1548 yılında Şehzade Camii’nde uyguladığı merkezi kubbeyi dört yönde yarımşar kubbelerle yanlara genişleten şemayı daha sonra tekrar denememiştir. Sinan’dan sonraki mimarlar ise bu şemayı uygulamaya devam etmiştir.
Sultan Ahmed Camii (1609-17) ve Yeni Cami (1598-1603 ve 1661-63)’de uygulanan bu şema 1766 depreminde yıkılan Fâtih Camii‘nin 1767-71 yıllarında yeniden inşasında tekrar ele alınmıştır.
Namazgâhlar: Açık alanlarda namaz kılmak için yapılmış olan namazgâhlar birkaç farklı tipte inşa edilmişlerdir. Gelibolu Azepler (1407), Konya Musallâ ( 1541), Okmeydanı (1625), Sivrihisar Musallâ (1811) namazgâhları mihraplı-minberli olarak yapılmışlardır. Ayrıca bir çeşme ile ilişkilendirilerek yapılmış olanları da vardır. Özellikle menziller üzerinde veya mesire yerlerinde bu tip namazgâhlar yer almıştır. Bir yüzü mihraplı namazgâh çeşmelerine Edirnekapı Vezir Mehmed Paşa Namazgâhı; çeşme üstüde fevkani namazgâhlara Eyüp Mehmed Paşa (1617), Üsküdar Ahmed Ağa (1721), Piyâle Paşa Kadınlar Çeşmesi (1776) ve Kadırga Esmâ Sultan (1779) namazghları; bir çeşme yanına inşa edilenlere de Bulgurlu (1654), Beykoz İshak Ağa (1749), Bostancı Abdullah Ağa (1831) ve Alemdağ (1898) namazgâhları örnek olarak verilebilir.
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Vefa Çobanoğlu /İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Tohum Sayı 161 / Yaz 2018
Seçme Kaynakça
ALTUN, Ara, Ortaçağ Türk Mimarisinin Ana Hatları İçin Bir Özet, İstanbul 1988;
AREL, Ayda, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, İstanbul 1975;
ARSEVEN, Celal Esad, Türk Sanatı, İstanbul 1928;
ARSEVEN, Celal Esad, Türk Sanatı,C.1-2, İstanbul (t.y.)
ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı, Ankara 1972-73, I-II;
ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı, İstanbul 1984;
ASLANAPA, Oktay, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986;
ASLANAPA, Oktay, Mimar Sinan Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1988;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mi’marisinin İlk Devri, İstanbul 1966;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mi’marisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, C. II, İstanbul 1972;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mi’marisinde Fatih Devri, C. III, İstanbul 1973;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Osmanlı Mi’marisinde Fatih Devri, C. IV, İstanbul 1974;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri : Romanya Macaristan, İstanbul (ty);
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri: Yugoslavya I-II, İstanbul 1981;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri: Bulgaristan, Yunanistan, Arnavudluk, İstanbul 1982;
AYVERDİ, Ekrem Hakkı – İ. Aydın Yüksel, İlk 250 Senenin Osmanlı Mi‘mârîsi, İstanbul 1976;
BATUR, Afife, “Batılılaşma Döneminde Osmanlı Mimarlığı”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.4, s.1038-1068;
ÇETİNTAŞ, Sedat, Türk Mimari Eserleri, Osmanlı Devri, C.I-II, İstanbul 1946-52;
ÇOBANOĞLU, Ahmet Vefa, “Osmanlılar – Mimari”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 33, İstanbul 2007, s.580-589;
ÇOBANOĞLU, Ahmet Vefa, “Türk – Mimari”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 41, İstanbul 2012, s. 525-531.
DENKNALBANT, Ayşe, – Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Selçuklular – Mimari”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 36, İstanbul 2008, s.392-397).
EYİCE, Semavi, ’’İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesi : Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler“, İktisat Fakültesi Mecmuası, C.XXI (1962-63), İstanbul 1963, s.1-80;
EYİCE, Semavi,’’İstanbul – Tarihi Eserler’’, İslam Ansiklopedisi, C.5/II, İstanbul 1967, s.1214/44-1214/144;
EYİCE, Semavi, Tarih Boyunca İstanbul, İstanbul 2006, s.65-276;
GOODWİN, Godfrey, Osmanlı Mimarlığı Tarihi, İstanbul 2012;
KARPUZ, Haşim, Anadolu Selçuklu Mimarisi, Konya 2001;
KUBAN, Doğan, Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme, İstanbul 1954;
KUBAN, Doğan, Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekan Teşekkülü, İstanbul 1958;
KUBAN, Doğan, Osmanlı Mimarisi, İstanbul 2007;
KURAN, Aptullah, İlk Devir Osmanlı Mimarisinde Cami, Ankara 1964;
KURAN, Aptullah, Mimar Sinan, İstanbul 1986; 2000;
MÜLLER WIENER, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, İstanbul 1998, s.324-519;
NAYIR, Zeynep, Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ve Sonrası (1609-1690), İstanbul 1975;
NECİPOĞLU, Gülru, Sinan Çağı Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimarî Kültür, İstanbul 2013;
SÖZEN, Metin ve diğerleri, Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975; Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, C.I-II-III-IV, Ankara 1983, 1977, 1983, 1986.
YÜKSEL, İ. Aydın, Osmanlı Mimarisinde II. Bayezid, Yavuz Selim Devri, C.V, İstanbul 1983;
YÜKSEL, İ. Aydın, Osmanlı Mimarisinde Kanûnî Sultan Süleyman Devri, C.VI, İstanbul 2004;