Uzayı ve uzayda yer alan tüm varlıkları içeren evrende insanın yeri nedir? Tarih boyunca insanlığın varoluşundan beri herkesin hayatında mutlaka en az bir kez aklından geçirdiği sorular vardır. ’Nereden geldik?, Nereye gideceğiz?, Evrenin bir sınırı var mı?, Evrende yalnız mıyız?’ gibi düşünceye sevk eden bu sorular, insanın ‘varoluş gayesine’ ışık tutar niteliktedir.
Sahip olduğu ‘akıl ve bilinç’ dolayısıyla düşünebilme yeteneğine sahip olan insan, yaratılmış olan diğer canlılardan üstün tutulmuş; varlıkların, yaratılmışların en şereflisi anlamına gelen Eşref-i Mahlukat olarak isimlendirilmiştir. Hiç kuşkusuz, bilincimizle, bizlere bahşedilen bu hayatı farkındalık kalıbıyla oluşturulan çerçevelerden izleyerek yaşamak en temel hakikatimizdir. Evren konusunda ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson’un, “Hepimiz birbirimize biyolojik olarak, Dünya’ya kimyasal olarak, evrene atomik olarak bağlıyız. Evrenin içerisindeyiz, evren de bizim içimizde.” sözleri ile büyük İslam bilginlerinden olan İmam-ı Gazali’nin, ‘Evren hakikatin dış yüzü, hakikat ise evrenin iç yüzü’ sözleri hatırlarda kalmalı, bir insanın evrene bakarak, görerek, düşünerek çıkacağı yolculuğun ‘kendi içine’ kadar varabileceği unutulmamalıdır.

Atomaltı parçacıklar, atomlar, moleküller gibi mikro kozmosun yapıtaşlarından makro kozmosa doğru sıyrılarak algı sınırlarımızı zorlayacak olursak; Dünya’nın yaklaşık olarak 333.000 katı kütlesinde olan bize en yakın yıldızımız Güneş, Samanyolu galaksisinde bulunan en az 200-400 milyar yıldızdan yalnızca biridir. Dünyamız ve sistemdeki diğer gezegenler, Ay, gezegenlerin uyduları, asteroitler, kuyruklu yıldızlar gibi cisimler Güneş etrafında tur atarken, Güneş ve Güneş Sistemi’nin tamamı Samanyolu galaksisinin merkezi etrafında tur atar. Dünyamız Güneş etrafındaki bu dolanımını yaklaşık olarak saatte 108.000 km hızla gerçekleştirirken, Güneş Sistemi galaksimizin merkezi etrafındaki dönüşünü 230 milyon yılda tamamlar. Evrende neredeyse her şey ama her şey hareket halindedir. Peki, ya galaksimizdeki diğer yıldızlar? Onların da sahip olduğu sistemleri, gezegenleri var mıdır? 1995’li yıllara kadar diğer yıldızların etrafında gezegenler olup olmadığından haberdar değildik. Fakat 6 Ekim 1995 tarihinde ilk kez Güneş-benzeri bir yıldızın çevresinde yörüngede bir gezegen keşfedilmiş ve ’51 Pegasi b’ olarak adlandırılmıştır. Bu keşifle birlikte, astronomik araştırmalarda bir atılım sağlanmış, bugün ulaştığımız noktada ise 1800’ü aşkın büyük, küçük, sıcak, soğuk, kaya, gaz şeklinde farklı farklı ötegezegenler doğrulanmıştır.

Mayıs 2018 ‘de, Hubble Uzay Teleskobu tarafından 2017 yılında keşfedilen yaklaşık olarak 200 ışık yılı (1 ışık yılı= 9.5 trilyon km) uzaklıktaki WASP-107b isimli bir ötegezegenin gözlemlerinin incelenmesiyle gezegenin atmosferinde helyum olduğu tespit edilmiştir. (‘’ötegezegen’’ veya ‘’güneş ötesi gezegen’’ galaksimizdeki başka yıldızların etrafında dönen yabancı gezegenleri Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerden ayırt etmek için kullanılan isim) Exeter Üniversitesi’nden Jessica Spake liderliğinde yürütülen ekibin yaptığı keşif, galaksimizdeki başka ötegezegenlerin atmosferleri hakkında bilgi sahibi olabilmemiz konusunda oldukça önem taşımaktadır. Bununla birlikte Jessica Spake keşfin önemini şu sözleri ile dile getiriyor:
‘’Helyum, hidrojenin ardından evrende en fazla rastlanan ikinci element. Güneş Sistemi’nde Jüpiter ve Satürn gezegenleri çoğunlukla helyumdan oluşuyor ancak bugüne kadar yapılan araştırmalarda ötegezegenlerde helyuma rastlanamamıştı.’
Peki, sizce Samanyolu galaksisinin bir ücra köşesinde herhangi bir yıldızın etrafında bulunan herhangi bir gezegen herhangi bir yaşam formu barındırıyor mudur? Bir yandan sorumuzun cevabını düşünürken, diğer yandan gaz, toz ve yıldız fabrikaları olan başka başka galaksileri, onların da sahip olduğu milyarlarca yıldızı ve o yıldızların barındırmış olabileceği yabancı dünyaları da göz ardı etmeyelim…
Geçtiğimiz yüzyıl içinde yalnızca kendi galaksimizin varlığını düşünebilirken bugün trilyonlarca galaksinin varlığından söz edebiliyoruz… 1920’li yıllara kadar birçok bilim insanı evrenin sonsuz ve sabit olduğuna inanırken bazı bilim insanları yaptıkları matematiksel hesaplamalara göre evrenin sürekli değiştiğini ve genişlediğini savunuyordu. Onlara göre evren bir zamanlar atomdan daha küçük bir şeyin içine sıkışmış haldeydi, daha sonra parçalandı ve etrafa dağıldı. Bu tez, bugün evrenin oluşumunu açıklayan en kabul görmüş Big Bang’in ilk tezahürüydü aslında. Bu sıralarda ünlü bilim insanı Edwin Hubble, California’daki Mount Wilson Gözlemevi’ndeki dünyanın en iyi teleskoplarından birini kullanma şansını yakaladı. Gözlemleri sonucunda gözlediği cisimlerin kesinlikle bizim galaksimizin bir parçası olmadığını, Samanyolu galaksisinden başka galaksiler de olduğunu ve bu galaksilerin giderek birbirinden uzaklaştığını keşfetti. Cisimlerin giderek birbirinden uzaklaşması ise zamanı geriye sardığımızda her şeyin bir arada sıkışmış olacağını göstermekteydi. Bu da evrenin genişlediğini gösteriyordu. Hubble’ın yaptığı bu keşif Big Bang’e gözlemsel bir kanıt olmuştu. Bu keşfe göre;
-Evren her yöne (eş yönlü) genişlemekteydi,
– Genişlemenin bir merkezi ya da sınırı yoktu,
– Genişlemenin bir hızı vardı, (bu hız Hubble Yasası ile belirtilir) Hubble Yasası, geçmişte bir zamanda (yaklaşık 13.8 milyar yıl önce, Big Bang, evrenin oluşumu) bütün maddenin, gökadaların bir arada bulunduğunu öngörmektedir.
Hubble yasasında belirlenen Hubble sabitine göre örneğin iki galaksi birbirinden 1.000.000 ışık yılı uzaklıkta ise, birbirlerine göre saniyede yaklaşık olarak 25 km hızla uzaklaşıyorlardır. İlginç olan taraf şudur ki, birbirine uzak olan galaktik sistemler, birbirine yakın olan sistemlere göre ‘daha hızlı’ birbirinden uzaklaşırlar. Yani, aralarında 1.000.000.000 ışık yılı uzaklık olan iki galaksi, aralarında 1.000.000 ışık yılı olan galaksilere göre daha hızlı birbirinden uzaklaşır. (1 ışık yılı = 9.5 trilyon km) Bugün yapılan istatistik analizlerine göre gözlemlenebilen evrende 300-350 milyar büyük galaksi, 7 trilyon cüce galaksinin varlığından söz edilebilir.
Tarihte evreni kapsamlı bir şekilde anlama yolunda büyük keşifler yapmış olan Edwin Hubble’ın, anısına isminin verildiği 1990 yılından beri adeta ‘evrenin gözü’ gibi pek çok keşif yapan Hubble Uzay Teleskobu, kozmosun derinliklerinden heyecan verici binlerce görüntü yakalamıştır. Bu fotoğrafların en etkileyici olanlarından birisi ise yanda gördüğünüz Hubble eXtreme Deep Field (Hubble Aşırı Derin Alan)’dır. Hubble’ın son 10 yılda çektiği fotoğrafların bir araya getirilmesinden oluşan bu fotoğraf, yakınımızdaki sarmal galaksilerden tutun evrenin görebildiğimiz sınırlarındaki en uzak ve en silik galaksilere kadar yaklaşık 5.500 galaksi içermektedir.
Makro kozmosta biraz daha açılacak olursak, kozmik cisimlerin hiyerarşik bir düzende kümelendiğini söyleyebiliriz. Evrenin ilk oluşumundaki yoğunluk farkından dolayı gelişerek ortak kütleçekimsel etkilerinin gücü altında biraraya toplanan galaksiler galaksi gruplarını, galaksi grupları galaksi kümelerini, galaksi kümeleri ise süper kümeleri oluşturur. Bu kümeler ve süperkümeler, boşlukların etrafına kaplanmış iplikler şeklindedirler. Küçükten büyüğe doğru listelersek şu şekildedir:
– Gezegenler
– Yıldızlar
– Galaksiler
– Galaksi grupları
– Galaksi kümeleri
– Süperkümeler (galaksi kümelerinin kümeleri)
– Kümeler ve süperkümeler arasındaki boşluklar
– Boşlukların dış hatlarını oluşturan galaksi iplikleri
Birçok galaksinin birleşip kurduğu bu ipliksi yapılar algılarımızın çok çok ötesinde büyüklüklerde olup birkaç milyon ışık yılından birkaç milyar ışık yılına kadar uzanabilir. Evrenin uçsuz bucaksız sınırları içinde daha isimlerini sayamadığımız karadelikler gibi popüler, süpernovalar gibi akılların alamayacağı ölçüde parlak ve geniş alanlar kaplayan, pulsarlar gibi saniyede yüzlerce kez kendi ekseni etrafında dönebilen birbirinden ilginç cisimler var. Dahası mı, dahası evrenin neredeyse %95’lik olan gizemli kısmında… Tıpkı karadeliklerin gizemli olmalarından ötürü ‘kara’ sıfatına layık görüldüğü gibi, evrenin de normal bildiğimiz madde dışında kalan kısmı için ‘karanlık’ sıfatı uygun görülmüş…
Peki, varlıkları nasıl düşünülüyor bu maddelerin?
Bilim insanları yaptığı araştırmalarla galaksilerin hareketlerini ölçtüğünde dönüş hızlarıyla kütlelerinin uyuşmadığını buldular. Ölçülen kütleye göre çok hızlı hareket eden gök cisimleri içeriyordu galaksiler. Yani, galaksilerin içinde merkezden uzakta bulunan gök cisimleri (yıldızlar) o kadar hızlı hareket ediyordu ki galaksinin ölçülen kütlesi (kütle çekimi) o cisimleri orada tutmaya yetmezdi. Cisimlerin hızlarına göre parçalanması gerekirdi. Fakat parçalanmadan hareket ediyorlardı! Bu sebeple görünmeyen bir kütle çekimi sağlayan maddenin, ‘karanlık maddenin’ olduğunu öngördüler. Yani karanlık madde ‘görünmez bir ağ’ gibi dev galaksilere, gök cisimlerine kütle çekimi sağlayarak, hükmederek onların bir düzen içinde hareket etmesini sağlıyordu. Yapılan araştırmalara göre evrende %27 oranında Karanlık Madde var! Uzay boşluğunun kendi enerjisi olan karanlık enerji ise oranı artarken evrenin genişleme hızını artırıyor. (Oranı artıyor ama şiddeti değişmiyor sabit.) Bugün ölçülen Karanlık Enerji oranı ise % 68. Evrende bulunan bildiğimiz anlamdaki ‘normal madde’ oranı da %5. Algılarımızın dahilinde olan her şey işte bu kısımda! Duyduğumuz, gördüğümüz, dokunduğumuz, tanımladığımız, yorumladığımız, sevdiğimiz, sevmediğimiz, sahip olduğumuz, olmadığımız, olamadığımız her şey ama her şey, insanın kendisi burada!

Tüm bunlardan sonra insan için söylenebilecek tek şey ‘bir hayli aciz, bir o kadar da değerli’ olmasıdır. Bu iki şey arasındaki ince çizgide sürdürdüğümüz şu yaşam, olaylar zincirinin bir değil birçok halkasını oluşturur.
Ünlü yazar Taşkın Tuna Muhteşem Tasarım isimli kitabında belirttiği gibi: ‘Hikaye gibi, masal gibi, destan gibi, efsane gibi olaylar zincirinin her halkası ayrı bir mucizedir. Bu nasıl mükemmel bir tasarım ve nasıl şaheser bir süreçtir ki, her nesnenin nerede, nasıl ve herhangi şekil ve şartlarda olması ve oluşması isteniyorsa o olmaktadır. Şu koskoca evrende kaos yaratacak tesadüflere asla müsaade edilmeyecektir. Her şey hesaplı, her hareket ve bağlantı planlı; her hız ve zaman ayarlıdır.’
Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
• O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır. (Nahl-12)
• Yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?(Nahl-17)
Reyhan Çelik/ Astronom
Tohum Sayı 161 / Yaz 2018