Akademyamızın çocuk eğitimiyle ilgili beslendiği kaynakların Avrupa merkezli olması, eğitimde ipleri küçük yaştan itibaren kültürümüze uymayan bir biçime terk etmemiz anlamına geldi. Özellikle Z kuşağı dediğimiz son nesil en iyi ihtimalle bu yaklaşımlarla büyüdü. Çeviri çocuk eğitimi kitaplarıyla yeterince haşır neşir olduktan sonra dönüp kendi kaynaklarımıza bakmayı akıl edebildik. Şu Avrupalılar bizden ne çok şey almıştı meğerse fakat biz bu süreçte neleri kaybettiğimizi anlamakta epeyce geç kaldık. Şimdi bir şeylere daha geç kalmak üzereyiz, ama değil bunun üzerinde çalışma yapmak, kabullenmekte bile zorluk yaşanıyor. Evet, gençlere ulaşamamaktan söz ediyorum. Hani Hz. Ali (ra)’nin, “Çocuklarınızı yaşayacakları zamana göre yetiştirin” dediği çocuklardan. Teknolojinin ışık hızında gelişmesiyle birlikte, çocuklarımızın yaşayacağı çağ, bizim radarımızdan çoktan çıktı. Algılamadığımızı inkâr etmek, yok saymak ise çok bilindik. “Benim çocuğum yapmaz” yaklaşımı da bunlardan en yaygını.
Oysa o çocuklara “bizim” demek için bir kez daha düşünmek lazım. Bizimle birlikte oldukları halde, bizim yönlendirdiğimiz okullara gittikleri halde, bizim tedrisatımızdan geçtikleri halde, o çocuklar bizim değil. Dört bir tarafı ekranla kuşanmış olarak yetişen çocukların kimin olduğunu bulabilmek için, izledikleri dizilere, oynadıkları oyunlara, sosyal medyada takip ettiklerine bakmak yeterli olacaktır. Eskinin ablalık abilik müessesi de artık işe yaramıyor.
Aradan çok da uzun zaman geçmedi ama çocukların ellerine internet gibi bir dünya geçti. Fiber internet hızıyla dünyanın bir ucundaki yabancıyla arkadaş olabiliyor, hayranı olduğu sanatçıya “like” atarken, Snapchat’te arkadaşlarıyla Instagram’da takipçi artırmanın yollarını konuşabiliyor. Zaten ergenlik çağının özelliklerinden değil midir arkadaş etkisi, şimdi bu etki çok daha güçlü.
KENDİMİZİ DEİZMİ TARTIŞIRKEN BULDUK
Sonra kendimizi ateizme ve deizme kayan gençlikle ilgili konuşurken bulduk. Ne yapalım da bu gençliği kendi değerlerimizle yetiştirelim derdine düştük. Gençlere “sahip çıkmak” ya da “yol göstermek” gibi kavramları bolca söyler olduk. Aslında amaç şuydu; siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, hem kötü yolda gidiyorsunuz, size yolunuzu her şeyi bilen biz göstereceğiz. Bir adım üste çıkarak, “Biz sizin yaşınızdayken, şunları dinler, şu kitapları okurduk” örneklemelerini boca ettik üzerlerine. Boş gözlerle verilen cevaplar, nasıl yerindeydi oysa. Anlamakta güçlük çeken bizdik, kavrayamadık.
Bu süreçte İslami STK’ların rolüne gelince; en gözde isimleri konuşmacı olarak getirip, en PR’lı işleri yapmak moda oldu. Heba olan onca paranın yanında, gençliğe kaynak ayırmak, ucunda reklam yoksa kimsenin işine gelmedi. En hafifinden gençliği bir sorun olarak gören İslami STK’ların çoğu, bu sorunu çözmek için planlar yaptı. Kitap okuma, tefsir okuma, hadis okuma başlıklarındaki programlar bunlardan birkaçı. “Kitap” sözünü duyan gence kendi sanal dünyası daha eğlenceli geldi, uzaklaştı. Sebepleri üzerine kafa yorulmadı değil; değişen dünyaya rağmen bildik yöntemlerin peşinden gidildi, kendi zamanında nasılsa, öyle olur sanıldı. Zira mevcut STK’larda görev alanların yaş ortalaması, gençlik dediğimiz çağı çoktan aşmıştı.
GENÇLİK Mİ SORUN BİZ Mİ?
Sivil toplumun devlet üzerindeki olumlu etkisinin dünya genelinde her geçen gün arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Politika yapıcıları harekete geçirecek bir güçten söz ediyoruz ve hiç de yabana atılır cinsten değil. Gençliği bir sorun olarak görmeyi bırakıp, imkân olarak görüp de harekete geçirmek sivil toplumun en kuvvetli eli olabilir. Gençlik; enerjisiyle, hareketiyle, yeri geldiğinde isyanıyla, korkusuzca meydan okuyuşuyla, taşıp gelen heyecanıyla nasıl bir nimet olduğunu her fırsatta gösterdi. Genç dediğin isyan eder, muhalefet eder, kendisine fırsat verildiğindeyse, akla hayale gelmeyecek işlere imza atar. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaş mısrası boşuna yazılmamıştır. Esas olan, onu harekete geçirecek gücü keşfetmektir.
İslami STK’ların resmi tavırlarıyla, soğuk yüzleriyle gençliğe verecek pek bir şeyleri yok. Kapılarını sonuna kadar açıp “gelin burada istediğinizi yapın” demedikçe. Vakıf veya dernekleri kutsal mabed yaparak gençleri oraya çekemeyiz. Başını düzgün örtmediği veya elinde sigara olduğu için gençleri sürekli eleştirirsen, onlar da eleştirilmeyecekleri, kendilerini rahat hissedecekleri mekânlara gider. Sürekli bir mesaj kaygısı taşımanın sonucunda geldik buraya. Emr-i bi’l ma’rufu çok yanlış anlamış olamaz mıyız? Yapılan filmler, çekilen diziler, yazılan romanlar, hep bir mesaj kaygısı. Gençlerin izlediği yabancı dizilere bakın bir de, hız, hareket, karmaşa ve evet, alternatif sunamıyorsan, her türlü ahlaksızlığın normal karşılandığı ve üstelik filtresiz bir şekilde evlerimizin en ücra köşelerine giren o diziler gençliği bizim elimizden aldı.
GÖLGE ETME BAŞKA İHSAN İSTEMEZ
Tam da bu yüzden, bırakalım mesaj vermeyi de sadece mekânlarda tutmayı başaralım gençliği. Onlar müzik mi yapacak yoksa film mi, yoksa maç mı izleyecekler veya oturup siyaset mi tartışacaklar, kendileri karar versin. Fırsat istiyor gençler, konuşmaya, söz söylemeye, tartışmaya, eğer bu kadar bir şeyi yapmalarına izin vermezsek, bunları yapacak mekân bulurlar ve tabii ki etkisinde kalacakları farklı bir çevre de. Bize de oturup deizmin çıkmaz yollarının sarp kayalıklarının derinliğini konuşmak düşer.
Şimdi ey STK görevlisi, gençliğe çekeceğin elindeki o nutuğu, hazırladığın kitap listesiyle birlikte bir kenara bırak. Çöpe atma tabii, talep eden olursa çıkartır verirsin. Gençliğin karşısına geçip, “Bu mekân sizin, burada ne yapmak istersiniz” diye sor. Hizmet alan taraf değil, işin içinde olan taraf olmaları için çabala. Her etkinliğin içine din sokuşturma, sıfır noktası var ya, ne iyiyi ne kötüyü empoze eden, tam orada kal. Doğru yolu bulduracak olan Allah’tır, sen değil. Sanıyor musun ki, bilginin ulaşılması en kolay çağında isteyen istediği bilgiye ulaşamaz. Üzerine boca etsen almaz, ama senin bir hareketin, bir güzel sözün önüne yol olur. Gölge etme, başka ihsan istemez yani.
Hep bir şeyler istiyorsun, iyi insan olsunlar, kitap okusunlar, namaz kılsınlar, örtünsünler istiyorsun da ne veriyorsun? FETÖ bile eğitim vererek gençlere kendi fikirlerini empoze etmedi mi? Hiçbir şey karşılıksız değil. İyi bir film veriyor musun mesela, iyi bir müzik, iyi bir roman, iyi bir eğitim, hiçbir şey veremiyorsan, fırsat ver, imkân ver. En önemlisi de 50-60 yaşına gelmiş ve belli bir dünya görüşü oluşmuş yetişkinleri eğitmek yerine, kaynaklarını gençlerin önünü açmaya harca.
Sevda Dursun / Gazeteci, Yazar
Tohum Sayı 162 / Kış 2019