Endüstri devrimiyle birlikte kadınlar iş hayatının içinde eskiye oranla daha fazla yer almaya başladılar. Bu durum elbette toplumda psikolojik, sosyal ve kültürel anlamda büyük değişimlere sebep oldu. Aile, kadınlık ve annelik rolleri de bu süreçte büyük değişimlere uğradı. Yakın geçmişe kadar sadece “anne” olmak ya da “evinin kadını olmak” bir kadın için hayat doyumu açısından yeterliydi. Sadece evinin işleriyle meşgul olan ve/veya çocuk yetiştiren bir kadın etrafı tarafından onaylanır ve sosyal statü olarak saygın bir konumda algılanırdı. Ancak günümüzde kadınların üzerinde “üretken olma” ve kariyer yapma” baskısı gözle görülür hale geldi.
Günümüzde eğitimli ya da mesleği olan bir kadının bilinçle, isteyerek çalışmamayı tercih etmeye hakkı yok gibidir. Anneliği doya doya yaşamak, çocuğuyla zaman geçirmek için ya da sırf yorulduğu için işini bırakan kadına “üretmeyen, boş oturan, sadece tüketen” bir varlık olarak bakılıyor ve yaptığı ev hanımlığı ve annelik takdir görmüyor.
Öte yandan günümüzün trendine uyup “kariyer kadını” olmayı seçen ve aile kurmak yerine işine odaklanan, bekâr ve/veya çocuksuz kadınlar da çevrelerinden sürekli evlenmek ve çocuk sahibi olmak noktasında baskı görüyorlar. Aile kurmaktan veya annelikten uzak durmak psikolojik açıdan ve fıtrat açısından sağlıklı bir durum sayılmaz. Kadınların latif duyguları (sevgi, şefkat, merhamet…) yaşayabilmesi açısından aile kurmanın ve anneliğin önemi elbette yadsınamaz. Ancak çeşitli dışsal sebeplerle veya bilinçli bir tercihle bunun dışında kalmış kadınlara da toplum rahat vermez. Sürekli bir “eksiği” olduğunu hissettirir. Yalnız kadın, iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun, bu başarı bile hep “yalnızlığını ve mutsuzluğunu telafi etme çabası” olarak görülmekte ve ona hatırlatılmaktadır.
İKİ KİŞİLİK PERFORMANS
Bu ve benzer başka sebeplerden kadınlara artık yalnızca annelik ya da yalnızca “çalışıyor olmak” yetmiyor. Bu yüzden gün 24 saat olmasına rağmen kadınlar iki kişilik performans gösterip iki kişilik yorulmak zorunda kalıyorlar. Bu kadınlar ev kadını, anne, çalışan kadın rollerinin hemen hepsini aksatmadan yürütmeye çalışırken aşırı yoruluyorlar ancak bir şeylerden vazgeçmek dışında çok da fazla alternatife sahip değiller.
Anneliğin önemi daha ziyade çocuğun kişilik gelişimine direkt etkisi sebebiyledir. Bir insanın kişiliği çok büyük oranda 0-6 yaş arasında şekillenir. Bu süreçte de ona en çok tesir eden kişi annedir. Pek çok toplumda hala çocuğun terbiyesinden birinci derecede sorumlu tutulan kişi annedir. Çocuk, dünyayı annenin gözünden görür. Kendisinin kim olduğuna, benliğinin değerine ve hayata ilişkin tasavvurları annenin yardımıyla bu dönemde oluşur.
Kadın çalışma hayatına girinceye kadar daha çok ev merkezli bir hayat sürdüğünden bu görev ve rol de pek çok toplumda pekişmiştir. Elbette sanayi devriminden önce de kadınlar çalışmaktaydı ama daha çok dönemsel olarak tarlada, bahçede ya da ev yakınındaki aile atölyelerinde çalışıldığından çocuktan mutlak bir ayrılık söz konusu değildi. Ayrıca çocuğun bakım ve eğitimi geniş aile yapısında diğer aile bireylerince de desteklendiğinden annenin yükünün azalması mümkündü.
Modernizmin öngördüğü üzere şehir hayatında çekirdek aile yapısı yaygınlaşmıştır. Bu da çocuk bakım ve eğitiminde birincil sorumlu olarak görülen anneyi yalnızlaştıran bir durumdur. Kaldı ki anneler artık ekonomik zorunluluklar ve/veya kariyer yapma sebebiyle daha fazla “ev dışı” mekânlarda çalışmaktadırlar.
SUÇLULUK DUYGULARI
Çalışan anneyi bekleyen zorlukların başında suçluluk duyguları gelir. Çocuklarını bakıcıya ya da bir aile büyüğüne bırakmanın suçluluğu, “acaba ona iyi bakıyorlar mı?” merakı ve çocuğuyla zaman geçirememenin verdiği suçluluk anne için yıpratıcıdır. “İleride çocuğum beni ilgisizlikle suçlar mı? Çocuğumda psikolojik sorunlar oluşur mu? Keşke çalışmayıp onu ben büyütseydim” gibi düşünceler anneyi sık sık yoklar. Buna toplumun yargıları da eklendiğinde durum daha da zorlaşır. Çocuğun yaşadığı (belki de yaş dönemi için normal olan) huysuzluk ya da uyum sorunları hemen annenin çalışıyor olmasına mal edilir ve “annesi ilgilenemiyor, o yüzden…” şeklinde kolay bir açıklama bulunur. Anne suçluluk duygularını telafi için bazı yanlışlar yapabilir. Eve gelince tüm zamanını çocukla geçirmeye çalışmak, maddi olarak sürekli çocuğa harcama yapıp ne isterse almak, hatalarında sınır koyamamak ve her istediğini yapmak başlıca görülen yanlış tutumlardır.
İKİLEM YAŞAMAK KADER Mİ?
Ev dışında çalışan kadının aklı büyük oranda “evde” kalmakta, çocukları ve kariyeri/işi arasında seçim yapmak zorunda hissetmektedirler.
Evde kalsa “hayat”ın dışına düşecek, çalışmayan, üretmeyen bir kişi konumunda görülecek (ve muhtemelen kendini öyle de hissedecek)tir. Çalıştığı taktirde de çocuklarını ihmal etmek, yanlarında olamamak, yeterince vakit geçirememekten dolayı suçluluk duygularıyla boğuşacaktır. Evdeyken aklı işinde ve belki kaçırdığı/reddettiği fırsatlarda kalacak, işteyken de suçluluk ve yetişememe duygusuyla çocuğunu düşünecektir. Hiçbir şeyi tam yapamayıp anneliğin de işin de hakkını veremiyor olma duygusu onu yıpratacaktır.
YETERSİZLİK DUYGULARI
Çalışan anne, çocuğunun yeterince yanında olamadığı için, evdeki bir anne kadar yoğun zaman ayıramadığı ve ilgi gösteremediği için genellikle kendini eksik ve yetersiz bir anne olarak algılamaktadır. Yetersizlik hissi “Ben yeterince iyi bir anne değilim” düşüncesinden kaynaklanır. “İyi anne” olmayı, ev işleriyle uğraşıp çocuğu ile evde ilgilenmek olarak gören anneler böyle hissetmekten kolay kolay kurtulamazlar. Oysa çalışan anne, çocuğuna dengeli ve yeterli bir şekilde ilgi ve sevgi gösteriyorsa ve bakımını yapıyorsa çocuk sağlıklı bir duygusal ve sosyal gelişim göstermektedir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu annelerin çocukları bağımsız, sorumluluk sahibi, başarılı ve güvenli bireyler olarak yetişmektedir. Pek çok kadın bu durumla başa çıkmak için aşırı sorumluluk yüklenir, bu da zihinsel ve bedensel yorgunluk getirir.
NE YAPMALI?
Çalışan anneler önceliklerini belirlemeli. İşte de evde de yükünün arttığı dönemlerde bir süre yalnızca acil ve önemli olan işleriyle ilgilenmeli. Bazı işleri başkalarına devretmeyi denemeli, işyerinde iş arkadaşlarından; evde eşinden, varsa diğer çocuklarından veya yakınlarından yardım istemeli. Aile içinde yapılabilecek ufak düzenlemeler size kısacık da olsa rahat bir nefes alma imkanı sağlayacaktır.
Yükünün çok ağırlaştığını hissettiğinde çalışan anneler bazı alışkanlıklarından tamamen vazgeçmeli. Mesela ev işleri için düzenli bir yardımcı tutamıyor ve her ay camların silinmesini zorunlu görüyor ve artık buna zaman ayıramaz hale geldiyse ve kimse ona yardım edemiyorsa ya bu alışkanlıktan vazgeçmeli ya da bu düşüncesini bir süreliğine terk etmelidir. Camlar bekleyebilir, diğer işler bekleyebilir ama çocuklar ve vicdan beklemez. Uzun vadede tozlu camlar kimsenin ailesini ve ruh sağlığını etkilemez ama bu kuralı değiştirmeyip kendini yıpratmanın çok olumsuz sonuçları olabilir. İnsan, hayatındaki pek çok şeyden istifa edebilir ancak annelikten istifa edemez.
Suçluluk duygusunu hafifletmek için şöyle düşünülebilir;
– Çalışmam gerekiyor (ailem için para kazanmam gerekiyor)
– İşimi seviyorum, (Ben mutlu olursam çocuğum da mutlu bir anneyle büyüyecek)
Çocuk sahibi olmadan önce çalışma hayatı olan, üretken bir kadının uzun süre evde oturması, mesleki kaygılara, sosyal ve duygusal tatminsizliklere yol açabilir. Oysa çoğu çocuk mutlu, üretken, kendisiyle barışık bir anneyi, kendisi için işini terk etmiş, bitkin ve mutsuz bir anneye tercih eder.
Çalışan anne, zamanını iyi yöneterek, işlerini planlayarak, hiçbir şey için çocuğuna ayırdığı zamandan çalmayarak ve bu zamanı en verimli şekilde değerlendirerek suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışabilir. Akşamları yarım saat bile olsa birebir vakit geçirip gününün nasıl geçtiğini konuşmak, onu dinlemek de iyi gelir. Hafta sonu onunla baş başa yapılacak bir gezi ile paylaşım artırılabilir. Bu tedbirlerle onun asgari yakınlık ihtiyacını karşıladığına dair annenin içi biraz daha rahatlayacaktır. Bu sürenin azlığına ya da çokluğuna değil, çocukla kurulan ilişkinin kalitesine ve bunu geliştirmeye odaklanmak daha doğrudur.
Çocuğa sınır koymakta zorlanan ve/veya davranış bozuklukları gözlemleyen bir anne, gerektiğinde bir pedagogdan yardım almaktan çekinmemelidir.
İşe gitmenin çocuğu terk etmek demek olmadığı bilinmelidir. Gerektiğinde yardım istemekten çekinmemek kişiyi rahatlatacaktır. Unutulmamalıdır; mükemmel anne-baba yoktur, “yeterli” anne-baba vardır. O yüzden mükemmel olmaya değil, sevgisini gösterebilen, “yeterli” bir anne olmaya gayret etmek daha doğru olacaktır.
RUKİYE KARAKÖSE
Uzman Klinik Psikolog
Tohum Sayı 163 / Bahar 2019