OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN KURULUŞ VE YÜKSELİŞ TARİHİ (1300-1600)
Ferıdun M. Emecen
Yazarı Feridun Emecen’in akademisyen oluşunun verdiği önyargı ile ilk bakışta okunması zor bir akademik tarih kitabı izlenimi verse de, tarihe ilgi duyan/duymayan herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir kaynak metin olduğu söylenebilir. Yazarın bütüncül ve bilimsel yaklaşımlarla olayları/olguları değerlendiren üslubu, kitapta bahsi geçen hadiseleri, kişileri ve araştırmaları daha derinden incelemek isteyen kişilere yol göstererek dipnot ve atıflarıyla okuyucuyu çok boyutlu düşünmeye sevk ediyor. Küçük bir Anadolu Beyliği olan Osmanlı Beyliği’nin nasıl olup da 3 kıtaya hükmedebilecek bir imparatorluk ortaya çıkarıp bütün bölgesel güçlerin siyasi stratejilerini belirlerken mutlaka hesaba katması ve uzlaşması gereken -bugünün tabiriyle- bir “Süper Güç” haline geldiğini, neden onlarca Türk Beyliği varken kurulduğu dönemde bu beyliklerin çoğundan daha iddiasız gözüken Osmanlı Beyliği’nin aralarından sıyrılıp cihanşümul bir imparatorluğa evrildiğini merak eden herkes, bu kitapta titizlikle yapılmış analizlerle bu sorulara cevap arandığını ve tatmin edici çıkarımlarla olayların/olguların irdelendiğini fark edeceklerdir.
Kitapla ilgili dikkat çeken bir başka husus, -maalesef dilimizde yayımlanan çoğu tarih kitabında yapıl(a)mayan- yorum ile gerçeği açıkça ayırma ustalığıdır. Emecen, ihtilaflı ve birden fazla yorumu bulunan hadiseleri, ayrı ayrı okuyucuya sunarak bunları tek tek tahlil ediyor ve sonunda bu çıkarımlardan hareketle kendi kanaatini okuyucuya aktarıyor. Böylelikle tarihi hadiseleri irdelerken çok boyutlu düşünmemizi, neyin belgelerle sabit, neyin tamamıyla yorum olduğunu ve bugüne dek gerçek olduğu yönünde en ufak bir tereddütümüzün dahi olmadığı bazı meselelerde ne kadar farklı yorumların olabileceğini sorgulamamızı sağlıyor. Eser, bir siyasi tarih kitabının nasıl yazılması gerektiği ve tarihi hadiselerin neden farklı zamanlarda tekrar tekrar değerlendirilmesi gerektiğini ustalıkla okuyucuya açıklayarak tarih disiplininin neden statik değil de dinamik bir disiplin olduğunu anlamamızı sağlıyor.
TANBURİ CEMİL’İN HAYATI
Mesud Cemıl (Hazırlayan: Uğur Derman)
Türk Müziği denildiğinde akla ilk gelen isimlerden olan Tanburi Cemil Bey’in hayatı üzerine yazılmış en kapsamlı ve hala kendisi hakkında araştırma yapılırken birincil kaynak kabul edilen bu biyografik eser, merhumun oğlu Mesud Cemil Bey tarafından kaleme alınmış, ilk kez 1947 yılında kitap olarak neşredilmiştir. Yalnızca olağanüstü güzellikteki dili için bile okunmaya değer olan bu eser, Osmanlı’nın son döneminde yaşamış ve kendisini sanatını icra etmeye adamış, musıkî dehası bir Osmanlı Beyefendisi’nin hayatının farklı kesitlerine ışık tutuyor. Kitapta kendisinin öğrencileri ve yakın arkadaşlarından nakil birçok anekdota yer veriliyor. Tanburi Cemil’in yalnızca musıkî camiası için değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem entelijansiyası için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğu da bu kitap üzerinden takip edilebilir. Büyük bestekâr üstad Tanburi Ali Efendi’den Tanbur dersleri alan Cemil Bey, ondan klasik tanbur üslubunu talim eder. Aradığı sesi tam anlamıyla hiçbir enstrümanda bulamadığı için yaylı tanbur sazını icat etmiş, sonrasında icat ettiği bu saza itibar etmemiştir. Arayışları, onu Viyolonsel sazını Türk Müziği’nde kullanmaya sevk etmiştir. Eline aldığı her sazı ustalıkla icra eden Cemil Bey, 1905-1915 tarihleri arasında üç ayrı firma için rica minnet toplamda 130 adet taş plak, kovan kaydı yapmıştır. Bugün, makam tariflerinde, eser yorumlamalarında birincil kaynak olarak bu kayıtlara sıklıkla atıf yapılır ve Türk Müziği’nin farklı makam kurgularının, müzikal motiflerinin ve eser-icra yorumlarının bu kadar kapsamlı analizlerini içeren ilk kayıtlar bunlardır. Kitapta bu kayıt süreçleri, Tanburi Cemil Bey’in her kayıt için kendi icraları için tutmuş olduğu notlar orijinal belgelerle okuyucuyla paylaşılmaktadır. Bu notlardan da görüldüğü ve aktarılan anekdotlarla, mektuplarla desteklendiği üzere Cemil Bey’in yüksek bir ilmi hassasiyetle ekseriyetle taksimlerini beğenmediği, bu yüzden -bugün taklidi imkânsız görülen- taksimlerinin neşrini büyük zorluklarla, baskılarla kerhen kabul ettiği aktarılmaktadır. Cemil Bey, bilhassa Türk Müziği’nin bugün olmazsa olmazı haline gelen Taksim formunu bambaşka bir boyuta taşımış, kendisinden sonra gelen müzisyenlerin tamamını derinden etkilemiştir. Bu kitap, özetle aktarmaya çalıştığımız -ve hacim olarak buraya sığdırılamayacağı için bunlar gibi belki onlarca daha eklenebilecek- özelliklerinden ötürü yıllardır okunmakta ve musıkiyle doğrudan ilgilensin/ilgilenmesin bütün okuyucuları kuşatmaya devam etmektedir.
AVRUPALI GEZGİNLERİN GÖZÜYLE OSMANLILARDA MUSIKİ
Bülent Aksoy
15. yüzyıldan başlayıp 19. yüzyılın sonuna kadar çeşitli vesilelerle Osmanlı topraklarına girmiş olan Batılı seyyahların kaleme almış oldukları yüzlerce seyahatname, günlük, mektup, hatıra gibi kaynaklarının titizlikle taranıp musıki ile ilgili olanlarının toplanıp okuyucuya sunulduğu bu kitap, özellikle “Batıdaki Türk İmgesi” (oryantalizm) konusunu çalışan veyahut bunu merak eden okuyucular için mutlaka edinilmesi gereken bir kaynaktır. Türünün ilk -ve bu hacimde tek- örneği olan bu inter-disipliner çalışma sayesinde Osmanlılar’da gerçekleştirilen törenlerin, ritüellerin, kalıplaşmış organizasyonların, resmi protokollerin kapsamı, nedenleri ve sunuluş biçimleri hakkında oldukça detaylı bilgiler edinilebilir. Çoğu Osmanlı kaynağında bu denli ayrıntıyla anlatılmayan hadiseler, kültüre yabancı olan Batılı seyyahlar tarafından en ince ayrıntısına kadar anlatılmış, anlatımlar yer yer dönemin çizimleri, gravürleri ve resimleriyle desteklenmiştir. Kitapta, dönemin Avrupa tarihi ve sanat anlayışı hakkında da önemli ipuçları sergilenmekte, sıklıkla çeşitli alanlarda Osmanlı-Batı karşılaştırılması yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, ünlü Venedikli din adamı/seyyah Giambattista Toderini’nin (1728-1799), Türk musıkisinde her sesin Avrupa notasıyla ifade edilemediğini fark edip o seslere gerçek değerlerini verebilmek için yeni işaretler icat etmek gerektiğini aktaran ilk yazar olduğunu kitaptan öğreniyoruz (2003, s.149). Toderini’nin bu tespiti, ancak bir buçuk asır sonra pratikte karşılığını bulmuş ve bugün hâlâ kullanılmakta olan Rauf Yekta’nın icat ettiği Arel-Ezgi-Uzdilek Ses Sistemi denilen metot ile hayata geçirilmiştir. Kitapta bunun gibi yüzlerce örneğin bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Kitap, bu bağlamda oldukça ufuk açıcı olduğu gibi, hatıra, seyahatname, mektup, günlük gibi akademik otoritelerce bilimsel sayılmayan kaynakların da pekâlâ akademik bir çalışma için mükemmel malzeme sunabileceğini göstermesi bakımından ayrıca dikkate değerdir.
YUSUF İHSAN TÖKEL
Türkiye Maarif Vakfı Uzman Yardımcısı
Tohum Sayı 163 / Bahar 2019