Kim olduğumuzu, nasıl bir tarih ve medeniyetin bakiyesi üzerinde nefes alıp verdiğimizi yazıp çizmeye, kayda almaya, anlatmaya adamıştı kendini. Muhatabı evvela gençlerdi. Akademisyen olarak öğrencilerine, akademi dışında toplumun her kesimine bir ülkenin, bir kültürün, tarihi mirasın, taşın toprağın, abidelerin ve şehirlerin, ille de İstanbul’un ve Balkanların nasıl ve neden sevilmesi gerektiğinin örnekliğini yapmıştı.
Memleketi, milleti ve bu ülkenin gençleri için aşkla, şevkle çalışan, çabalayan ve üreten bir kültür adamıydı Prof. Haluk Dursun. Kendisini kültür tarihçisi olarak tanımlardı. Akademisyen ve hoca olarak da yıllarca eli gençlerin üzerinde oldu. Bürokrattı evet ama o kimliğinin çok ötesinde bir hizmet eriydi. Kültür adamı kimliğiyle sahada sorunları yerinde tespit eden, bürokrat kimliği ile devletin sorumluluk ve yetkilerini bilerek buna göre çözümler üreten bir münevverdi aynı zamanda. Kültürel iktidar diyerek pek çoklarının sadece lafazanlığını yaptığı mevzuyu gerçekten ve heyecanla dert edinen bir isimdi. Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı olduğunda sorumluluğunun farkındaydı. Hem ihtiyaçları ve beklentileri bilen hem de çözümün nerede yeşereceğini yıllardır söyleyegelen bir ismin icra makamına gelmesi su serpmişti gönüllere.
Geçen sene kendisiyle yaptığım röportajda topyekûn kültürel kalkınmamızı sağlayacak bir plan ve harekât içerisinde olmamız gerektiğine dikkat çekmişti:
“Kültür adamı olarak söylüyorum; devletin bize yol açtığını göreceğiz, bize yol verdiğini göreceğiz, önümüzü kesmeyecek. Çıkmaz sokaklara bizi sürüklemeyecek. Devletin zor durumda kaldığımız, sıkıştığımız noktalarda bize yardımcı olacağını bileceğiz. Ama tehdit edici, köreltici, mahrum ve muhtaç bırakıcı bir halde olmayacak. Bana göre temel sıkıntı Türkiye’nin eğitim ve kültür politikalarının bu kurumlara yeteri kadar yetişmiş eleman çıkaramamasında. Bunun için hep söylüyorum; kültürün tek başına bir şey ifade edebilmesi çok zor. Mutlaka Milli Eğitim’in, gençliğin ve ailenin de beraber olması lazım. Şimdi biz Topkapı Sarayı’nda konuşuyoruz, on tane daha Topkapı yapalım. Sonuçta buraya gelecek olan bizim toplumumuz. Onlara müzeye gitme, müzeden faydalanma, etkilenme duygusunu vermezsek, kütüphane yapalım, kütüphanenin kıymetini ifade edemezsek, kitap basalım, o kitap okunmazsa eğer bir şey ifade etmez. Topyekûn toplumsal kültürel kalkınmamızı sağlayacak bir plan ve harekât içerisinde olmamız lazım.”