Nuri Pakdil, nam-ı diğer Kudüs şairi… Yakın arkadaşları, talebeleri onu tanımlarken birçok sıfat kullanıyorlar. Klas duruş, 21. yüzyıla verilen en güzel cevap, devrimci bir derviş… Bu topraklarda yeşermiş, bu toprakların mayası ile yetişmiş, yerli, aynı zamanda Doğu’yu ve Batı’yı iyi bilen, tanıyan her daim çağdaş bir yazar, şair ve mütefekkirdir o.
Kendini Müslüman ve devrimci olarak tanımlar. Ona göre onurlu ve devrimci olabilmek için antikapitalist ve antifiravunist olmak gerekir. Zira İslam’ın devrimci, ilerici, özgürlükçü ve sömürüye karşı olduğunu vurgular.
Bir kitabına adını verdiği ‘Klas Duruş’un anlamını ise bir yazarın hiçbir engelden yılmadan amacına doğru yürüyüşü, sabrı, vicdanı, ilkeli olması ve umutlu olması olarak ifade ediyor. İslam’la bağını da bu ilkelerle açıklıyor.
İSTANBUL’UN İSTANBUL’UN FETHİNİ DOĞUM GÜNÜ KABUL EDİYOR
1934 senesinin hangi ayında ve gününde doğduğu bilinmez ama doğum gününü kendi koymuştur zaten. Bu tarih, 29 Mayıs’tır ona göre… İstanbul’un fethini kendi doğum günü olarak kabul eder. “Güzel İstanbul’umuzun Müslüman olduğu, bize katıldığı günü, doğum günüm sayıyorum” sözleriyle ifade eder bu kabulünü bir röportajında. Nuri Pakdil’i hatırlatan detaylardan biridir onun İstanbul aşkı… Bu aşkı, verdiği bir röportajda kendi sözleriyle şöyle anlatır: “Bir yazar için ilham kaynağı olabilecek yegâne şehir İstanbul’dur. Aşk şehridir İstanbul. İstanbul, Peygamberimizin fethini müjdelediği, yeryüzünün tek şehridir. Bu yüzden benim için kutsal bir şehirdir. Bundan daha kutsal bir gerekçe olabilir mi, İstanbul’un biricikliğine?”
Kahramanmaraş’ta doğan Pakdil, anne ve babasının o dönem yeni eğitim sistemine geçmiş olan resmi okullara mesafeleri nedeniyle ilkokula üç yıl geç başlar. Gecikme ortaokulda da devam eder. Ancak Pakdil, bu gecikmeler sürecinde özel dersler alır. Anne ve babasının ileri görüşlü ve iyi eğitimli olması her daim Nuri Pakdil için iyi bir yol gösterici olmalarına vesile olmuştur. Onların hem dini hem dünyevi eğitim konusundaki hassasiyetleri sayesinde dolu dolu bir eğitim hayatı yaşar. Evde aldığı derslerle iyi derecede Fransızca öğrenir.
Daha ilk okuldayken yazı hayatına başlar. Özgüven sahibi, alçak
gönüllü bir yapısı vardır. Yazmayı, edebiyatı sever. Bu sevgi onu edebiyata yöneltir. Lise yıllarından dostları ile birlikte “Hamle” adını verdikleri bir edebiyat dergisi çıkartırlar. Yazdığı yazılar bu dergi ile sınırlı değildir, Kahramanmaraş’ın yerel gazetelerine de yazılar gönderir. Ve büyük ilgi görür.
O edebiyatı bu kadar severken kader onu Hukuk Fakültesi’nde okumaya itmiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne 1965 yılında kayıt yaptırır. İstanbul aşkı da bu dönemde başlar. İstanbul serüveninde Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek gibi önemli isimlerle tanışır, yakın ilişki kurar. Büyük Doğu Dergisi ve Necip Fazıl onun düşünce dünyasının gelişiminde büyük etki gösterir. Çok benimsemeden devam ettiği Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra yaptığı avukatlık stajı ise onun bu mecra ile ilişkisini sona erdirir. Üniversitede aldığı eğitime her daim eleştirel yaklaşır. Zira kendi deyimi ile fakültede aldığı eğitim inançlarına aykırı bir hukuk düzeninden bahseder. Bu topraklarla ilgisi olmayan yabancı yasaları ezberlemek zorunda olmak onu hukuktan uzaklaştırmıştır.
EDEBİYAT DERGİSİ GÜNLERİ
Avukatlık mesleğini hayatı boyunca sürdüremeyeceğini düşünür ve çok sevdiği edebiyata yönelir. Ancak profesyonel olarak iş hayatına da devam eder. Üniversiteden mezun olduktan sonra Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalışmaya başlar. Bu arada 1969 yılından 1984 yılına kadar yayın hayatına devam edecek olan Edebiyat Dergisi’ni çıkartır. Dergide yerli edebiyatın varoluş savaşını verdiklerini söyler. O dönemde Batı’ya duyulan hayranlık ve özenti onu bu savaşa yönlendiren etken olmuştur. Bu durumu şu cümlelerle ifade eder: “Cumhuriyet döneminde, insanımız ve tarihi birikimi arasındaki bağlantı koptu. Halkın inançları dışında, halka karşı bir edebiyat oluştu. Tüm düşün, sanat ve edebiyat mirasına yabancılaşmış, 1923’ten öncesini yok sayan bir ‘koşullandırma’ yeni kuşakların boynuna bir darağacı ipi gibi geçirilmek istendi. Edebiyat dergisi, bu koşullandırmayla uyuşturulan yeni kuşaklarla iletişim kurmak için yayımlandı. Edebiyat’ın çizgisi köktenci bir çizgiydi. Muhalifti. Edebiyat’ta yazan arkadaşlar, uygarlığımızı canlandırma gereğinin bilinci içinde yazıyorlardı. Bu çalışmalar, geriye dönüş değil; aksine çağı, geleceği uygarlık yaklaşımıyla saptama, yorumlama ve ulusumuzun konumunu belirleme eylemiydi.” Yazmayı seven bir insan okumayı da sever elbette. Nuri Pakdil, bir duruş, dava insanı olarak çok okurdu. Rus ve Fransız edebiyatı onun zevkle okuduğu edebiyat türlerindendir. Gençlere de Fransız ve Rus edebiyatı başta olmak üzere Batı klasikleri okumalarını tavsiye ederdi. Üniversite’de gittiği Fransa ve İtalya gezisi sonrası tuttuğu Batı Notları kitabında bir yandan Batı özentisini, taklitçiliğini eleştiriyor diğer taraftan Batı klasiklerinin okunması gerektiğini öğütlüyordu. Zira okuma, dinleme, bilme ile taklitçilik arasında fark vardı.
ESERLERİ
Üstad Nuri Pakdil, çok okuduğu kadar üretken bir kişiydi. Hayatı boyunca yayımladığı 43 eser bunun önemli göstergelerindendi. Onun eserlerinde belli kelimeler dikkat çekerdi. Dostlarının deyimi ile İslam’ı içselleştirip yaşayan bir insandı. Bu yüzden zulme her daim karşı çıkarak emeğe saygıyı, sömürüye karşı olmayı hayatı boyunca düstur edinmiş ve bunu kelimelerine de yansıtmıştı. Bu yüzden hem devrimciydi hem Müslüman. “Erdem”, “ışık”, “put”, “kimlik” yine yazılarında öne çıkardığı kavramlardı. SESSİZLİK GÜNLERİ Nuri Pakdil, 1984 yılında 15 yıldır çıkardığı Edebiyat Dergisi ile birlikte bir sessizliğe bürünerek yazılarına ara verdi. Ta ki 28 Şubat 1997’de kendi yayınevinden 33 şiirden oluşan “Sükût Sûretinde” adlı kitabı çıkana kadar. Tesbihteki bir boğum sayısını temsil eden 33, onun için ilham olmuştu. Her bir şiir bir tesbih tanesi gibi zikri ifade ediyordu. “Sükût Sûretinde” ile bozduğu sessizliğin ardından üretmeye devam etti. Daha önce yayımladığı beş kitabı revize etmesinin yanı sıra ilk kez yayımlanan 12 kitabı da okuyucularıyla buluşturdu. Üstadın üslubu, olaylara bakış açısındaki zenginlik, derinlikli düşünce biçimi kendi kulvarında olan şair ve yazarlar arasında önemli bir yer tutmasına yol açtı. İşte bu yüzden Yedi Güzel Adam’dan biri oldu.
YEDİ GÜZEL ADAM
Adını Cahit Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam” isimli şiirinden almıştı. Şiirde yazmıyor ancak yaygın kanaate göre yedi güzel adam Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Akif İnan, Erdem Beyazıt, Alaaddin Özdenören, Rasim Özdenören ve Cahit Zarifoğlu’dan oluşuyordu. Üstad Nuri Pakdil ise Yedi Güzel Adam’ı şöyle anlatıyordu: “Cahit’in bir şiirinden esinlenilerek, adeta bizim bir simgemiz oldu. Yedi Güzel Adam’ın arkadaşlığı Maraş Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında başlamış, Ankara’da ve İstanbul’da gitgide artarak yoğunluk kazanmıştır. Şunu vurgulamak isterim: İdeolojimiz ortaktı. Hepimiz sapına kadar İslam devrimcileriydik. Biz her zaman, yazmayı ve düşünceyi önceledik. Zamanla farklı kulvarlarda ilerleyenlerimiz oldu ama herkes yapmak istediğini en iyi yapanlardandı. Öykü yazan iyi öykücü, şiir yazan en iyi şair, deneme yazan iyi denemeci oldu.”
KUDÜS AŞKI VE KUDÜS ZİYARETİ
Nuri Pakdil demek aslında Kudüs demektir. Onun Kudüs aşkı hem söylemlerine hem de kitaplarına yansımıştı. Anneler ve Kudüsler adında bir şiir kitabı yayımladı. Kudüs’e olan aşkını ifade ediyordu kitabında. İstanbul, Kudüs, Mekke ve Medine’nin yeri ayrıydı onun kalbinde. Bunu da “Benim dünyamda, İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır. Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır.” cümleleriyle ifade etmişti. Üstad Pakdil, aşkına 81 yaşında kavuştu. 2015 yılında ziyaret ettiği Kudüs’te çok istediği Mescid-i Aksa’da cuma namazı kılma hayalini gerçekleştirdi. Filistin’i gezdi, Filistinlilerle buluştu. Öyle ki sevincini, mutluluğunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak onunla paylaştı. Mescid-i Aksa’da bol bol dua ettiğini dile getirdi. Onun için Filistinliler ile Kudüs ile buluşmak bir vuslatın sona erişiydi adeta.
ÖDÜLLERİ
Nuri Pakdil, ölmeden kıymeti bilinen yazarlardan olduğu için şanslıydı. Zira dostları, arkadaşları, öğrencileri ona her daim saygı ile yaklaştılar. Belgeseli yapıldı. Fikirlerinin kıymetli olduğu hep hissettirildi. Kasım 2014’te Necip Fazıl Kısakürek Saygı Ödülü’nün ilkini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı. Devrimci selamı uzun süre ayakta alkışlandı, Erdoğan dakikalarca ayakta onun konuşmasını dinledi. Ölümünden sonra 12 Aralık 2019’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Edebiyat alanında Nuri Pakdil’e verildi. Üstad Nuri Pakdil hiç evlenmedi. Pakdil, bu konuyu çok fazla dillendirmekten kaçındı. Abdulkadir Selvi’nin köşesinde yazdığına göre Genelkurmay başkanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan’ı ağırladığı bir akşam yemeğinde onlara Ankara treninde karşılaştığı bir aşkından bahsetti. Nişanlanıp ayrıldıktan sonra da bir daha evlenmediğini anlattı. “Klas Duruş”lu Yazar Nuri Pakdil, 18 Ekim 2019 Cuma günü vefat etti. Ankara’da kalabalık bir törenle son yolculuğuna uğurlandı.