ALİ YILDIZ
Dr. Necdet Subaşı ile “ehliyet” ve “liyâkat” konusunu enine boyuna konuştuk. Başbakanlık, Milli Eğitim Bakanlığı, Üniversiteler ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi çok önemli kurumlarda; başdanışmanlık, müşavirlik ve hocalık görevlerinde bulunan Dr. Necdet Subaşı Hocamıza meselenin özünü sorduk. Yılların birikimi ve tecrübesiyle esasa dair esaslı ve bir o kadar da kitabın ortasından cevaplar aldık. Devlet tecrübesinin yanında Sivil Toplum Kuruluşlarıyla bağları da oldukça sağlam olan Dr. Necdet Subaşı ile yapılan bu keyifli sohbeti istifadenize sunarken hocamıza da çok teşekkür ediyoruz.
“Ehliyet ve liyâkat”in size göre doğru tanımları nelerdir? ‘Ehliyet’ neye göre belirlenebilir, ‘liyâkat’i tespit etmenin bir yolu var mıdır?
Bugün bu kavramlar üzerinde daha fazla düşünmenin hatta bir o kadar da konuşmanın nedeni söz konusu kavramlarla ilgili ciddi sorunlar yaşamamızdan kaynaklanıyor. Öte yandan ehliyet ve liyâkat üzerine artık konuyla ilgili ilgisiz herkesi tatmin edecek bir karşılıkta uzlaşmayı beklemek de giderek zorlaşıyor. Çünkü kavramlar bir yandan maniple edilerek etkisizleştirilirken bir yandan da içi boşaltılmış kavramlarla toplumsal hayata dahil olmanın hiçbir anlamı kalmıyor. Bir terkip havasında pekâlâ kullanılabilen liyâkat ve ehliyet, aslında hem birbirlerini tamamlayan hem de ihtiyaç duyulduğu her seferinde özellikli birer beklenti olarak fonksiyon icra etmektedir. Bu çerçevede ehliyette herhangi bir konuda söz almak ya da sorumluluk üstlenmek için yeterlilik vurgusu yapılırken, liyâkatta öncelikli olarak bu işe, bu sorumluluğu üstlenmeye layık olmak söz konusu olmaktadır. Ehliyet şartlarında akletme, bilme, deneyim, öngörü ve çıkarımdan söz edilebilirken, liyâkatta bütün bunlara ek olarak bizzat geçerliliği takip edilen bir uygunluk yani layık olmak aranmaktadır. Bir anlamda ehliyette belki de şekil şartların yerine getirilmesine dikkat edilirken, liyâkatta bütün bu hasletlerle temayüz etme noktasındaki daha derinlikli bir ölçü yani hak edebilirlik devreye girmektedir.
Genelde Müslüman toplumlarda özelde ise toplumumuzda ehliyetli ve liyâkatli insan sorunumuz söz konusu mu? Ehliyet ve liyâkat, Doğu’nun meselesi midir, Batı’nın böyle bir sorunu yok mudur?
Evet fazlasıyla. Gündelik hayatla ilişkilerimiz arttıkça özellikle de buna dinî kimlik, formasyon ve bakış açıları dahil edildikçe üstlenilen rollerin, ne düzeyde bir imtiyazın, ne düzeyde de gerçek bir ürünün olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Her iki kavramın günlük tüketime açık bir yoğunlukta sıklıkla kullanılmaya başlanması bile kamu vicdanının bu konudaki kaygı ve endişelerinin basit bir dışa vurumu olarak dikkat çekmektedir. Yaygın din dili ve oturmuş sözel edebiyatın hemen her tarafında kendine yer bulabilen bu iki kavramın bugün nasıl olup da gerçeklik dünyasında sıklıkla tekrarlanan birer sözcük olarak tedavülde tutulduğuna bakmak gerekir. Belli ki ehliyet ve liyâkat ekseninde bir şeylerin iyi gitmediğine dair Müslüman dünya ölçeğinde garip bir hissediş, ağırlaşmış bir huzursuzluk ve sahici arayışları tahrik eden bir yaşanmışlık hikâyesi var.