ALPARSLAN DURMUŞ
Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada eğitim hem amaç hem de yapı ve süreç olarak tamamıyla değişmelidir. Bu köklü değişimin evveliyetle masaya yatırması gereken mesele şudur: “İnsan dışında herhangi bir varlığın yapamayacağı, insana özgü olup herhangi bir varlık tarafından ikame olunamaz yeterlilikler ve beceriler hangileridir?”
Toplumda yerleşik hâle gelmiş ve iş birliğine müsteniden icra edilen her türlü uyumlu ve girift insan faaliyetine “uygulama/ pratik” diyebiliriz. Muhtelif ilmî disiplinler, çeşitli sanatlar, farklı farklı zanaatlar ve meslekler birer uygulamadır/ pratiktir. Bütün bu uygulamalar/ pratikler toplumsal iş bölümünün bir parçası olarak toplumun diğer üyelerinin ihtiyaçlarının giderilmesine hizmet eder.
Topluma gelecekte üretken birer üye olarak katılacaklara toplum tarafından deneme imkânları – yani eğitim ve egzersiz olanakları– sağlanır. Bu sayede müstakbel üyeler deneye yapa bu uygulamaları kazanırlar, temellük ederler, her birini kendi nefislerinde birer melekeye dönüştürürler. Yani –Batıda birçok okulun ve ülkemizde de bir yükseköğretim kurumunun kendisi için motto olarak seçtiği “non scholae sed vitae discimus” Latince sözde denildiği gibi– “okul için değil hayat için öğren”iriz. Aslında “öğrenmeli”yiz. Ancak herkesin görüp bildiği gibi hayatın gerçeği uzunca yıllardır hiç de öyle tezahür etmiyor. Bir şeyler öğreniyoruz ama ne hora geçen, ne işimize yarayan, ne de işimize yarasa da nasıl kullanırsak yarayacağını hiç kimsenin göstermediği ve aslında onları aktarıp duranların kendilerinin de nasıl kullanılırsa bir şeylere yarayacağını bilmediği şeyler bunlar. Bunun böyle olduğunu karantina günlerinde kör göze parmak açıklığında net bir şekilde gördük. Zira öğrenip bildiğimiz onca şey evimizde sakin sakin oturmamıza yardımcı olmadı, ev halkı olarak okulda öğrendiklerimizin çok büyük bir kısmını kullanamadık, kullanacak yer de bulamadık.
Dört duvarlı eğitimi ikame etmek üzere devreye alınan Eğitim Bilişim Ağı denen “televizyon programı” bizleri ağına alamadı çünkü bir ağ kurabileceği avadanlıklardan uzak kaldı; yanımızda öğretmen yoktu, etrafımızda sınıfların ve okulun duvarları çeperleri yoktu, öğrencisinden öğretmenine okul ülkesinin vatandaşlarının zaman ve iş planını yapıp başla ve bitir düdüklerini çalan ariyet akıl ve iradenin sahibi idareciler yoktu, birbirinden neredeyse hiçbir ayrı gayrısı olmayan bir örnek ders kitapları yoktu. Sadece ve sadece bir sınavdan ötekine gitmeye yarayan otoyollar mesabesindeki lise yahut üniversite giriş sınavlarında işe yarayacak bilgiyi aktarmaya yarayan bir sahne olarak işe yaramaya çalıştı o koskoca Eğitim Bilişim Ağı (EBA); derdi tasası sınavlarda çıkacak soruların bağlı oldukları konuları öğrencilere aktarmaktı. Durup düşünmedi bile –ki duracak ve düşünecek vakti de yoktu zaten– “Evlerden sahalara dönünce, hayatın gümrah ırmağının önünde sürüklenmeye başlayınca şuncağızlar, bu aktarılanlar ne işlerine yarayacak onların acaba?” Oysa düşünülse yol bulmak mümkündü.