EMETİ SARUHAN
Dr. Öğretim Üyesi Aynur Erdoğan Coşkun, “Salgın gibi olağanüstü koşullarda toplumda kültürel birikim ile (ki en büyük bileşeni dindir) yüzleşme sürecinin ortaya çıkması beklenir. Dine inanmayanların da kendi inançlarına yönelik bir yüzleşme süreci yaşadığı söylenebilir” diyor.
Kovid-19 salgınının ardından ekonomik, politik, sosyolojik, psikolojik, teolojik vb. alanlarda “Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” sıklıkla konuşulan ve altı çizilen bir konu. Yaşantımıza küçük değişikliklerle devam mı edeceğiz yoksa hayatımızı kökten değiştirecek gelişmeler mi yaşayacağız? Bunu zaman gösterecek. Ancak tarihe baktığımızda, dünyada gerçekleşen salgınların fazlasıyla yaşamı etkilediğini görüyoruz. Teolojik açıdan baktığımızda, geçmişte afet ve salgın süreçlerinin dine yönelimi artırdığı gözlemlenmiş. Covid-19 sürecinin böyle bir etkisi olacak mı? Yoksa sekülerleşiyor muyuz? İbadethanelerin bir süre kapanması, karantina süreçlerinde izole ve yalnız olmamız, bireysel dindarlık algımız ve dini kurumlarda değişiklik getirir mi? Din sosyolojisi alanında çalışan, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Aynur Erdoğan Coşkun’la konuştuk.
İnsanlık tarihinde gerçekleşen salgınlar, sonuçları itibariyle büyük değişimlere neden oldu. Bugün yaşadığımız pandemi (salgın) sürecinin de benzer şekilde değişimleri tetikleyeceği ifade ediliyor. Pandemi öncesi dinle ilişkimiz ne yöndeydi? Sekülerleşme mi yoksa maneviyata yönelme mi söz konusuydu?
Toplumsal alanda sekülerleşmenin mi, dindarlaşmanın mı daha baskın yönelim olduğunu belirlemek din sosyolojisinin en netameli konusudur ve gerek ulusal gerek küresel çapta buna kesin cevap verebileceğimiz bir bilimsel çalışma doygunluğuna ulaşıldığını söylemek de zordur. Yaşanan gerçekliğin farklı görünümlerine yoğunlaşanlar iki zıt kutba yerleştirebileceğimiz bu iki yanıta da ulaşıyor. Aslında din sosyolojisi alanında meydana gelen bu iki kutuplu açıklama biçiminin kendisini anlamaya çalışmak günümüz toplumlarının dinle ilişkisini anlamaya yönelik de bir izlek sunabilmektedir.
Din sosyolojisi sadece sekülerleşmeyi mi araştırır, dindarlaşma araştırma konusu yapılmaz mı?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana gelen siyasi ve toplumsal değişimle birlikte dindarlaşma olgusunu da ele almaya başladı. 1950’li yıllardan itibaren kıta Avrupasının etnik, dini yönelimleri seküler ulusdevlet potasında eriten, hegemonik, sömürgeci, dayatmacı, pozitivist yönelimi hem siyasi hem bilimsel eleştiriyle karşılaştı. Bunun yerine ABD tarzı liberal yönelimin şekillendirdiği daha “özgürlükçü”, ekonomik ve endüstriyel kalkınmanın gerçekleşmesi için yerel kültürelliklerin harekete geçirildiği, daha sofistike bir uluslararası sömürü düzenini tesis eden siyasi ve toplumsal anlayış revaç buldu. Bu yeni anlayışta uluslararası ekonomik düzenle uyumlu olduğu müddetçe tüm dini, etnik, kültürel yönelimler de yer bulabildi. 19. yüzyılın toplumsal alanı mühendislik projeleriyle sekülerleştiren ulusdevlet anlayışları eleştirilerek 1970’li yıllardan itibaren “postmodern” olarak da anılmaya başlanan bir genişleme yaşandı.