PROF. DR. ZÜLFİKAR DURMUŞ
Biz Müslümanlar Kur’an merkezli düşünmek zorundayız. Kur’anî kavramlarla hayatımızı inşa etmek durumundayız. Kur’an-ı Kerimi daha net anlayabilmek adına insanlığın yaradılışına bir gitmemiz gerekiyor. Allah Teala ilk insan Hz.Adem’i yarattıktan sonra onu imtihana tabi tuttu ve İblis çeşitli vesilelerle, dürtülerle Hz.Adem’in imtihanı kaybetmesine sebep oldu. Allahu Teala bir iniş gerçekleştirdi. Artık insan yeryüzünde yaşayacak, orada doğacak, orada ölecek ve orada gömülecek. Bunu Allahu Tealanın insanlık için çizmiş olduğu bir kader anlamında alabiliriz. Bir sünnetullah olarak da değerlendirebiliriz. Allahu Teala, son derece akıllı ve irade sahibi olan insanı başıboş bırakmadı. İnsanoğlu Allah’ın kendisine emaneten vermiş olduğu o aklı ve iradeyi ilahi rızaya uygun kullanmadığı için, Allah kendisine rehberlik etti. Bakara suresinin 38. ayetinde ‘Benden size muhakkak bir yol gösterici gelecektir. Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.’ buyurdu. Allahu Teala kısaca insanoğlunu yalnız bırakmadı. Ama gelin görün ki insanoğlu Allah’ın bu hidayetine sahip çıkmadı. Tevhid çizgisinden şirk bataklığına düştü. Küfür, isyan, nifak gibi Allah’ın hiç de arzu etmediği ahlaksızlıklara duçar oldu. Ve bu esnada yine Rabbimizin sünneti devreye girdi. O tevhid çizgisinden uzaklaşan insanlara Allahu Teala içlerinden birini elçi olarak, Resulü Nebi olarak gönderdi. Ve o elçiye aynı zamanda kitap lütfetti. Böylece insanoğlu, bu üç günlük dünyada hayatını buna göre idame ettirecek. Son ilahi kelam Kuran-ı Kerim’i Rabbimizin bize en son müdahalesi olarak algılayabiliriz. Bir başka ifadeyle Efendimiz (sav)e gelen Kuran’dan başka artık arştan arza inecek ilahi bir kelam yok.
- BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERDEN YOKSUNUZ
İnsanoğlu, hem bedenden hem de ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Biz bedenimizin ihtiyaçlarını giderdiğimiz gibi ruhumuzun ihtiyaçlarını da gidermek zorundayız. Bizi biz yapan Allah katında mükerrem kılacak olan değerlerimizden maalesef yoksunuz. İşte Peygamberler, basiret sahibi insanlar bizlere bu değerlerin nasıl elde edileceğini, Allah ile olan ilişki biçimimizi yeniden hatırlatmak için gönderilen kutlu elçilerdir. Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vakıf olma, sezgi gibi anlamlara gelen basiret kelimesi Kuran-ı Kerim’de genel olarak görme yanında özellikle hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği manalarında da kullanılmış ve bu bakımdan manevi körlük veya dalaletin zıttı olarak gösterilmiştir. Bu konuda pek çok ayeti kelime bize bunları hatırlatır. Basiret kelimesi kavram olarak Kuran’ımızda iki yerde geçer. Bunlardan birincisi Yusuf suresinin 108.ayetidir. Mealen, ‘Ey Peygamber, o müşriklere de ki, ben ve bana uyanlar delilli mesnetli olarak sizi Allah’ın yoluna çağırıyoruz. İşte benim yolum budur. Allah sizin uydurduğunuz yakışıksız sıfatların tümünden münezzehtir. Şunu iyi bilin ki ben Allah’a eş ve ortak koşan Basiretimizin açık olması yani kalp gözümüzün açık olması için bizim Allah’la ilintimizin, bağımızın son derece güçlü olması gerekir. biri asla değilim.’ denilmektedir. Bu ayeti kerime hem bu davaya gönül veren kişinin kendisini hem de bu davada kendisine destek veren diğer müminleri kapsar. Bir başka ifadeyle mesela ÖNDER gibi kuruluşlarımız hem kendi başlarına hem de etrafındaki insanlarla birlikte bu davayı olabildiğince dünyanın dört bir yanına duyurmakla mükelleftirler. Çünkü Peygamber Efendimizin misyonu bu idi. Kendisi gidemediği yerlere elçiler gönderdi. Böylece insanların İslam denilen bir sistemle karşı karşıya gelmelerini, yani onlarla tanışık ve barışık olmalarını istedi. Efendimiz (as)’ın bu sireti, bu yöntemi bizim için de bir rehber, bir kılavuz olmak zorundadır.