PROF. DR. MEHMET GÖRMEZ
“Dijitalleşme ile birlikte bir ekran medeniyeti kuruldu ve insanoğlu bu ekran uygarlığının önünde pasif bir seyirciye dönüştü. İnsanlık sadece görsel idrake mahkûm oldu. Bu görsel idrakin egemenliğine maruz kalan insanda aklın idraki zayıflıyor, kalbin idraki bir ölümle karşı karşıya kalıyor. İşte tam burada basiret çok büyük önem arz ediyor. Ancak biz yüksek bir basiretle bunun üstesinden gelebiliriz.”
İnsanlığın bir idrak ölümüyle karşı karşıya kaldığı bir zaman diliminde, idrak zaafları yaşadığımız insanlığın görsel idrakin egemenliğine mahkûm olduğu bir zamanda Kur’an’ın ve sünnetin insanlık tarafından ihmal edilen iki kavramını gündeme getirdiği için ÖNDER’e hasseten teşekkür ediyorum. Feraset kavramının Arapça’daki aslı firasettir. Türkçe’ye feraset olarak geçmiştir. Feraset basiretin neticesidir. Basiret zannedildiği gibi sadece sünnetullahın, akıl ve tefekkürün dışında bir kavram değildir. Basiret kerametle varacağımız yahut ilham ile sahip olacağımız bir şey de değildir. Kur’an-ı Kerim’in köprü kavramlarından birisi olan Cenab-ı Hakkın el-basir sıfatının bir tecellisi olarak insanlığa lûtfedilen basiret kavramı sıradan bir kavram değildir. İnsanoğlu, akılla ve ilimle donandıktan sonra eğer onunla amel ediyor, aklın nurunu kalbin nuruyla birleştirebiliyorsa ve bunu bir hayat tarzına dönüştürebildiyse basiret öyle ortaya çıkar. Kendi kespimizle, yapıp ettiklerimizle sahip olacağımız, eşyanın hakikatine vakıf olacağımız, içinden geçtiğimiz zaman hakkında bizi doğru bilgi sahibi kılan, içinde yaşadığımız tabiatın farkında olmamızı sağlayan, varoluşumuzun gerçek gayesini bize öğreten, yaratılışın hikmetini bize bildiren bir kavramdır basiret.
Aynı zamanda hak ile batılı, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak kabiliyetidir. Allah’ın kullarına lûtfettiği bir kabiliyettir. Ancak iman ve kalbin nuru olmadan, ilahi vahiy ile irtibat kurmadan sahip olabileceğimiz bir şey de değildir. Basiret ilimsiz, akılsız, fikirsiz olmaz. Tefekkürsüz, tedebbürsüz, tezekkürsüz basiret olmaz. Cenab-ı Peygamber “Her kim bildiği ile ve ilmiyle amel ederse Allah ona bilmediğini miras olarak verir. Allah ona bilmediğini de öğretir.” buyurmuştur. İşte insanın o bilmediklerine vâkıf olması basirettir. Nasıl ki mantık ilminde istikra, fıkıh ilminde istinbat vardır tasavvuf ilminde de istibsar diye bir anlama yöntemi vardır. İstibsar eşyaya basiretle bakabilmektir. İlmi, hikmeti basiretle birleştirmektir. Nazarı ru’yeti ve basarı birleştirmektir. Görmek ve bakmak manasına gelen üç kelime vardır Kur’an’da ve Arapça’da; nazar, ru’yet ve basar. Nazar, aklın görmesidir. Ru’yet gözün görmesidir. Basar ise kalbin görmesidir. Kalbin görmesi, aklın ve gözün görmesinden farklı değildir.
- KUR’AN BASİRETLER MANZUMESİ
Kur’an-ı Kerim’deki basiret kavramını dörde ayırmak mümkündür. Yüce rabbimiz öncelikle Kur’an-ı Kerim’e basair adını veriyor. Yani basiretler manzumesi. İnsanlığa sadece akıl, ilim ve tefekkür kazandıran bir kitap değil aynı zamanda basiret kazandıran bir kitap. Kur’an-ı Kerim nasıl ki beyyinattır, delaildir, nasıl ki furkandır aynı zamanda basairdir. Birden fazla ayet-i kerimede Kur’an-ı Kerim basair olarak geçer. Özellikle şu ayet çok anlamlıdır. ‘Kad câekum besâ-iru min rabbikum.’ Rabbinizden size basiretler indirildi. ‘Femen ebsara felinefsihi.’ Her kim bu basiretleri görürse kendi nefsi için görmüş olur, kendi lehinedir, kendi faydasınadır. ‘Ve men amiye fe aleyha.’ Her kim görmezden gelirse ona gözlerini kapatırsa bu da onun aleyhine olacaktır. ‘Vemâ enâ ‘aleykum bihafîz.’ Peygamberler güç ve basiret sahibi insanlar olarak ifade edilirler. ‘Vezkur ibadena ibrahime ve ishaka ve yea’kube uli l-eydi vel’ebsari.’ Hz. İbrahim ve Hz. İshak güç ve basiret sahibi peygamberler olarak ifade edilir ayeti kelimede. İmam hatip neslini ilgilendiren içinde basiretin geçtiği önemli bir ayettir. İslam davetini bize anlatan ayettir. Ve peygamberimizin lisanıyla bize nakledilmiştir. ‘De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah’a davet ederim.’
“Basiret kavramı sadece ilmin, fikrin ve düşüncenin ahlak hayatına, takvaya dönüşmesinden sonra kalpte oluşan bir nur ve bütün o nuru da merkeze alarak eşyaya ve hadiseler, insana, varlığa ve kainata bakma ve okuma gücüne sahip olmasıdır.”