MUHAMMED ENES KALA
Nasıl ki akıl, vicdan, irade ve hissiyatın muallimi ve mürebbisi olarak vazife icra ediyorsa, akıl da kendisine muallim ve mürebbi tayin etmelidir. Zira basiret ve feraset bize bunu hatırlatmaktadır. Akıl da aklı başında hareket edebilir, öyle hareket ettiğinde ise kendisine vahiyden daha layık ve üstün bir muallim ve mürebbi tayin edemeyecektir.
“Bilmek” önemlidir ancak hem “bilmek” hem de bildiğini “eylemek” çok daha değerlidir. Hele ki “bilmek” ve “yapmak” “olma”- ya giden yolun asli kilit taşlarını meydana getiriyorsa çok daha anlamlı ve muvafık bir ilişkiye işaret ederler. “Olmak”, eksik olmaya karşı tam olmayı, rezilete karşı fazileti, beşere karşı insanı, bencilliğe karşı diğerkâmlığı, benliğe karşı bizliği seslendirir. Ancak “olma”ya giden yol bakılan ve işitilen değil, görülen ve duyulan bir eşikte yakalanabilir. Bu eşiğin imkânını ise bize basiret ve feraset gösterebilir. İyi hayatın kurucu ilkelerini kavrama yeteneği feraset, yaşamda olayları yaşarken durumları tefrik edip karar verme, kararı eyleme geçirme bilinci de basirettir. Özün/hâlin ve sözün/kâlin kesişimine bir kelime koysak buna da kuşkusuz basiret diyebiliriz.
Tevhidî inancın ziyasının ulaştığı terbiye edilmiş idrak, bu idrakin mayaladığı vicdan ve irade, insana ve güzel olana dair hissiyatla birleştiğinde yekdiğerinin canavarı ve düşmanı olan değil, bilakis yekdiğerine ufuk, yurt, dost ve imkân olan bir şahsiyet çıkar karşımıza.
Basiret en kısa şekilde, vicdanın ve iradenin görebilme halidir. Her insan Hakk’ın sesini içinde bulabilme (vecede) imkânına sahip olsa da o sesi ancak vicdanını konuşturmasını bilenler, dahası bu sesi kendisine duyurabilenler duyabilir. Yine her insan arzuladığının peşine takılabilme gücüne sahip olsa da ancak her arzu ettiğini talep etmemesini idrak edebilenler irade edebilme kudretine sahip olabilirler. İrade etmek, arzu etmeyi ve talep etmeyi gerekli görür ancak onları aşar. Arzu, iştah ve talep hep birlikte iradenin bedenidir, neyi isteyip istememeyi bilmek ise iradenin ruhudur. O halde vicdana, kimi, nasıl bulabileceğinin taliminin, iradeye ise neyi, niçin isteyip eylemesi gerektiğinin bilincinin terbiyesi verilmelidir. Talime tabi olan vicdan, terbiyeye riayet eden irade birlikte iyiye ve güzele gidebilme imkânlarını keşfedebilirler, zira artık onlar sadece bakan değil gören de olmuşlardır.